Bu ifadeyi teyit niteliğinde Muhammed İkbal’le ilgili şöyle bir olay hatırlıyorum. Bir hava yolculuğu esnasında uçak Türk hava sahasına girince İkbal hemen ayağa kalkmış, bir müddet öylece beklemiş. Yanındakiler:

- “Hayırdır üstad, niçin böyle yaptınız?”

O da şu manidar cevabı vermiş:

- “Bu topraklar, Hazret-i Mevlana’nın kabrinin bulunduğu mübarek topraklardır. Bu mukaddes mekânda yaşayan millet (Türkler)de öyle bir millettir ki, yıllarca İslam’ın muhafızlığını yapmıştır. Eğer Türk milleti olmasaydı İslam, Arap yarımadasına hapsolurdu. Bunun içindir ki, gönlümde Hazret-i Mevlana’ya ve onun necip milletine karşı sonsuz bir saygı ve ihtiram vardır. İşte bundan dolayı, yani onlara hürmeten ayağa kalktım.” Demiştir.

Şair ve mütefekkir İsmet Özel’de "Kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir. Müslüman olmayan Türk olmaz.” Sözüyle de İslam ile Türklüğün ne kadar iç içe olduğunu vurgulamaktadır. Bilindiği üzere el an Balkanlarda Türk demek İslam demektir.

Bu anlayıştan olacak ki Osmanlı’da yönetim felsefesi, sadece elinde bulundurduğu toprağı ve milletleri korumaktan ibaret değildi. Nitekim Müslüman olan Karahanlar, Selçuklular, Harzemşahlar, Gazneliler, Memlüklular, Babürler, Osmanlılar ve birçok beylikler incelendiğinde görülecektir ki, bu milletin sıradan ferdinden en üst yöneticisine varıncaya dek, ferdi eksiklik ve yanlışlıkları olsa da söylem ve eylemlerini genellikle İslamî esaslar belirlemiştir.

Rahmetli Samiha Ayverdi’nin “Türk Tarihinde Osmanlı Asırları” kitabını ilk göreve başladığım Van/Erciş’te okumuştum. O kitapla beraber Osmanlıya olan sevgim daha bir arttı. Tarihle ilgili her okuduğumda Osmanlının başka bir yönünü öğreniyorum.

Size elbette tarihimizi anlatacak değilim. Sadece son okuduğum kitaptan hareketle insanlığa insanlık dersi veren, hak ve hakikat adına unutulmaz örneklik sergileyen, Osmanlının uygulamalarından sadece bir kesit sunmak istiyorum. Osmanlı’da Şikâyet Mekanizması.

Yukarıda da bahsettiğim gibi Osmanlı hemen her müessesesini İslamî esaslara göre belirlemiştir. Belirlerken de referansını ağırlıklı olarak asr-ı saadet uygulamalarından almıştır. Şu örnekte olduğu gibi. Mısır valisi Amr Bin As, cami yaptırmak istemiş. Caminin yapılacağı arsada Kıptî’nin de yeri varmış. Camiye vermek istememiş. Zorla almak istemişler.  Bu duruma çok üzülmüş. Şikâyetini Medine’deki halifeye iletmesini söylemişler. Kıptî’de bir yolunu bulup derdini Hz. Ömer’a anlatmış. Hz. Ömer’de ufak bir kâğıda yazdığı pusulayı vererek, “al bunu Amr’a ver.” Demiş. Kâğıdı alan adam, ‘bundan bir şey çıkmaz ama götüreyim!’ der. Bir taraftan da acaba ne yazdı ki, diye merak eder… Uzun yolculuğun sonunda pusulayı sahibine verir. Mısır valisi alır ve okur. Okur ama bu arada beti benzi de değişir. Sonuç itibariyle olay Kıptî’nin istediği şekilde sonuçlanır.

Kâğıtta; “Ben İran hükümdarı Enûşirvân’dan daha az adil değilim,” yazılıdır.

Zamanın behrinde Hz. Ömer ve Sad Bin Ebi Vakkas İslam öncesi ticaret amaçlı İran’a gitmişler. İran hükümdarı Enûşirvân’ın oğlu da Arap atına çok meftunmuş. Bunların elindeki atı görünce zorbalıkla ellerinden almış. Olay hükümdara intikal etmiş. Durumun gerçekliği üzerine oğlunu idam ederek şehrin girişinde teşhir eder. Amr Bin As bunu çok iyi biliyordu.

Bu geleneği sosyal hayatta en iyi uygulayan devletlerden biri hiç şüphesiz Osmanlı olmuştur. Osmanlı, devlet yapılanmasında İslam’a aykırı olmamak şartıyla kendinden önceki Müslim gayr-ı Müslim tüm devletlerin uygulamalarından faydalanmıştır. Şikâyet konusunda da önceleri İran sultanları örnek alınarak Divan dışında hallediliyordu. Padişah, sabah erkenden yüksek ve geniş bir yerde halkın kendini görecek tarzda oturur, insanlar dertlerini anlatır sultan da orada işlerini hallederdi. Bunun dışında şikâyetlerini doğrudan cuma ve bayram namazları vesilesiyle de iletirlerdi. I. Bayezid’le beraber bu işler Divan’da çözülmeye başlandı.

Divan, (Bakanlar Kurulu) imparatorluğun yasama, yürütme ve yargı erkinden oluşan en üst kuruldur. Divan’ın başkanlığını ağırlıklı olarak Veziriazam yapmakla beraber yer yer ve duruma göre Padişah’ta yapardı. Başkanlık yapmadığı zamanlarda kendine tahsisli özel bölümde oturur Divan’ın gidişatını takip ederdi. Yalınız burada bir incelik var. Padişah Divan üyelerini görür, seslerini işitir fakat üyeler padişahı göremezdi…

İnsanlar doğrudan gelip şikâyet edebildikleri gibi yazılı olarak ta müracaatta bulunabilirlerdi. Divan’a yapılan şikâyetlerin ve şikâyetçilerin  %46’sı mahalline havale edilir, %10’u Divan’a davet edilir, %6’sına mübaşir gönderilir, yazılı şikâyetlerin %38’ine de Divan’da karar verilirdi.(I)

Divan denince akla sadece Pay-ı tahttaki gelmemeli. Eyaletlerdeki yönetim merkezlerinde de işler aynı minval üzere hallediliyordu. Taşrada şikâyette bulunanlar verilen karardan memnun olmazsa bir üst merci olan Pay-ı tahttaki Divana şikâyet hakları vardı.(II)

Şikâyetin iletme kanallarına gelecek olursak, yukarda ifade ettiğim gibi şahsen yapılabildiği gibi casus ve resmi görevliler vasıtasıyla da yapılmaktaydı. Ayrıca yazarların bazısı da kitaplarının ön ve arka sayfalarında halkın içinde bulunduğu rahatsızlıkları dile getirdikleri olmuştur. İdris-î Bitlisî’nin Heşt Behişt adlı eserinde olduğu gibi.(III) Şikâyetlerin %73’ü bizzat, %18’i Arz-ı Hal, %5’i Kadılar, %4’ü de diğer vasıtayla iletiliyordu.(IV)

Şikâyet kanallarından biri de tekkeler ve tarikatlardı. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi tarikat mensuplarının kahir ekseriyeti hesapsız olduklarından gelen şikâyetleri iletilmesi gereken şahıslara rahatlıkla ulaştırırlardı. İkincisi tekkelerin ülkenin her tarafında yaygın olmasıydı. (V)

Bilindiği üzere Osmanlı çok dilli ve çok dinli bir imparatorluktu. Şikâyeti sadece Müslümanlar değil, Gayr-ı Müslimler de (Zimmi) yapabilirdi. Zimmilerin dinin dışında birbirini şikâyet etme oranı %4, Zimminin Müslüman’ı şikâyeti %6, Müslümanın zimmiyi şikâyeti %4, Müslümanı Müslümanın şikâyeti ise %86’ıydı.(VI)

ŞİKÂYET DİVAN’A NASIL GELİRDİ? Şikâyet ülkenin her tarafından gelmekteydi. Yukarda da izah etmeye çalıştığım gibi şikâyetçi bizzat gelebildiği gibi, arz-ı hal yöntemiyle de gelirdi. Yazılı veya bizzat gelen şikâyetler, Çavuşbaşı ve maiyetindeki elemanlar vasıtasıyla geliş ve önem sırasına göre tasnif edilirdi. Çavuşbaşı aynı zamanda Divanda mübaşirlik vazifesini de yapardı. Çavuşbaşı’nın dışında bu işi yapan bir de Kubbe Vezirleri vardı. Bunlar daha ziyade davaları dinler özet çıkarır Divan’a öyle arz ederlerdi. Bunların dışında bir de vezire verdiği mütalaasıyla kararı kolaylaştıran görevli reisülküttap vardı. Bunlar gerek şikâyetçilerin ve gerekse dilekçenin içeriğine vakıf olurdu. Vezirin yanında oturur anlayamadığını ona sorar o da veziri bilgilendirirdi. Divan’ın ilk kabulü yazılı olmayan şikâyetçiler olurdu. Sıraya konan şahıslar tek tek içeri alınırdı. Şikâyetçiler haklarında verilecek kararı sükûnetle dinlerdi. Verilecek kararı kabul etmek durumdaydılar. İtiraz etme hakları yoktu. Zira karar onların yanında verilirdi. Bu durum merkez Divan için geçerlidir. (VII)  

Şikâyetlerin karara bağlanması nasıl olurdu? ‘Karar reisülküttap, sadaret kethüdası, defterdar, çavuşbaşı gibi buyuruldu yazmaya yetkili kişiler, Divan bürokrasisi içerisindeki tüm muamelatı yerine getirip arzların üzerine buyurulduyu çekmiş bir şekilde yazarak veziriazama sunarlardı. Sorunlar veziriazamın önüne çözülmüş, karara varılmış bir şekilde gelirdi. Kendi adına yazılmış buyurulduyu inceleyip verilen kararı uygun bulursa “doğrudur” anlamına gelen “sahh” işaretini koyar ve işlem neticelenmiş olurdu.’

Bütün bu yapılanlar padişah adına yapılıyordu. Padişaha sunulmadan veziriazam tekrar derkenar ve telhisi (veziriazamın her hangi bir mesele hakkında padişahın emrini istemek için kaleme aldığı tüm değerli kâğıtlara denir) tekrar incelerdi. Nihai karar padişahın incelemesinden sonra verilmiş olurdu. Padişah gerekirse şahısları ve evrakları isteyebilirdi.(VIII)

Sonuç olarak derim ki, şikâyet süreci içerisinde şikâyetçi ve şikâyet mektuplarına her hangi bir baskı, tehdit ve şantaj yapılması mümkün değildi. Şayet böyle bir durum vuku bulmuşsa o fiili işleyen şahıs en ciddi şekilde cezalandırılırdı. Elbette insanın olduğu yerde kısmi rahatsızlık ve arıza olabilir, burada da olmuştur. Fakat genellikle işleyiş son derce sağlıklı yürümüştür.

Şunu unutmamalıyız ki Osmanlı Devleti, tüm yaşanmışlıklara rağmen insanlık tarihine adaleti, hoşgörüsü, sahaveti, özgürlük anlayışıyla en büyük örneklik göstermiştir. İlke ve prensiplerini İslam’dan alan bir devlet olarak, Osmanlı tarihi okunduğunda görülecektir ki bu güzel uygulamalar fazlasıyla müşahede edilebilir. Böyle olduğu içindir ki, yedi düvelin tahrik ve tazyikine rağmen altı yüz elli sene ayakta kalmıştır. 

Ahmet BELADA

------------------0-------------   

  1. S.31-33
  2. S. 45-46
  3. S.57
  4. S. 48-49
  5. S. 55
  6. S. 63
  7. S. 68
  8. S. 79-81
  • OSMANLI DEVLET-TOPLUM İLİŞKİSİNDE ŞİKÂYET MEKANİZMASI ve İŞLEYİŞ BİÇİMİ; Murat TUĞLUCA; TTK; ANKARA 2016

Editör: Mehmet Çalışkan