(Paylaş ki mutlu olasın Ey İnsan!)

Modern zamanlar, insanın bireyselleştiği, daha çok konfor peşinde koştuğu, başkasını düşünmekten çok egoizm ve bencilliğe yöneldiği, imkanların olanca genişliğine rağmen insan için ihtiyaçların bitmediği bir dönem. İnsan bugün maddi anlamda bitmeyen bir koşturmaca içerisinde yaşıyor. Her şeyin daha iyisini, konforlusunu, daha hızlısını arıyoruz. Daha çok kazanmak, daha çok biriktirmek temel yaşam felsefesi olmuş gibi görünüyor. Bireysel tercih ve tavırların ön plana çıktığı, materyalist yaşam tarzının yaygınlaştığı, seküler tavır ve düşüncelerin birey ve toplum ilişkilerinde belirleyici olduğu günümüzde, insana kendisini ve Yaratıcı’yı hatırlatacak, kaybettiği erdemleri bulmasını sağlayacak temel prensiplerden biri, insanlara el uzatmak, yani diğergam tavırlar geliştirmektir.

İşte burada çare olarak “infak” kavramı önümüzde durmaktadır. “Bitirmek”, “elden çıkarmak” gibi anlamlara gelse de dinî-ahlaki bir terim olarak infak, “Allah’ın rızasını (hoşnutluğunu) kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara yardımda bulunmasıdır.” Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık yetmiş ayette infak kavramı “Allah rızası için harcama yapma” anlamında geçmektedir. İslam’a göre insanın sahip olduğu servetin asıl sahibi Allah’tır. O’nun emanet olarak verdiği bu servetten başkaları için sarf etmek gerekir (Nur 24/33, Hadid 57/7). Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan Müslümanların başlıca özelliklerinden birinin “kendilerine verilen rızıktan infak etmek” (ihtiyaç sahipleri için harcamak) olduğu vurgulanmıştır (Bakara 2/2).

İnfak kavramı, İslam’ın temel esaslarından olan zekat başta olmak üzere, her türlü sadaka, fitre, maddi yardım vb. somut harcamaları içine aldığı gibi, insan veya toplum lehine olan ve Allah rızasını amaçlayan her türlü faaliyeti de kapsamaktadır. Buna göre infakı sadece fakirlere sadaka vermekten ibaret görmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Bakara suresinde infakla ilgili ayrıntılı esaslar zikredilmiştir. Buna göre infak; gösterişten uzak, yalnız Allah rızası için yapılmalı, muhatabın (yardım edilenin) onurunu zedeleyecek davranışlardan kaçınılmalı, yapılan iyilik veya yardım en iyi ve kaliteli mallardan seçilmeli ve infakın yerine ulaşması için gerçek ihtiyaç sahipleri tespit edilmelidir. (Bakara, 2/261-274)

“Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır.” (Bakara, 2/267)

İnfakta aslolan “Allah rızası için” yapılmasıdır, bu konuda samimiyet esastır. Bu kavramın geçtiği birçok ayet ve hadis birlikte değerlendirildiğinde, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma niyeti bulunan ve müslümanlara fayda sağlayan bütün harcamalar Allah yolunda infak sayılabilir. Geleneksel vakıf hizmetleri, yoksulların korunmasına yönelik tedbirler, toplumun yararına yönelik olup Allah rızasını gözeten faaliyetler veya meşru alanlarda yatırım yaparak istihdam yoluyla insanların nafakalarını sağlamaya vesile olmak da bu kapsamda değerlendirilebilir.  

Rasulullah (a.s) bir hadis-i şerifinde, “kişinin, elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir şey yemediğini” vurgulamıştır (Müsned, II, 334; Buhârî, “Büyûʿ”,15)  Yine bir hadiste “İki haslet vardır ki onların ikisi de bir mü’minde bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlak” buyurulmuştur (Tirmizi, Birr, 41).  

İslam, dünya ve ahiret hayatı arasında bir denge gözetmiş, insanın dünya hayatında ölçülü ve bu hayatın geçiciliğini unutmadan, ahireti gözetecek şekilde yaşamını sürdürmesini öngörmüştür. Kur’an’da zenginlik ve servetin zirvesine örnek olarak anlatılan Karun ile ilgili şöyle buyurulmuştur: “Hani, kavmi kendisine şöyle demişti: "Böbürlenme! Çünkü Allah böbürlenip şımaranları sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez." (Kasas, 28/76-77)

Birçok ayette dünya hayatı oyun, eğlence, süs, daha çok mal ve evlat biriktirme isteği olarak ifade edilmiştir (En’am 32, Ankebut 64, Muhammed 36, Hadid 20). Dünya hayatının menfi yönü, kişiyi Allah'ı anmaktan ve yaratılış gayesinden uzaklaştıran bir oyun ve eğlence, aldatıcı ve geçici bir meta, insanları büyüklenmeye, dolayısıyla da özüne yabancılaşmaya götüren bir yaşam biçimi ve süreci olarak nitelendirilmektedir. Burada şunu vurgulamak gerekir; Ayetlerde, bizzat dünya nimetleri, zenginlik, evlat vb. şeylerden ziyade, insanın bunlarla ilişkisi ve bunların nasıl algılandığı sorgulanmakta, bu ilişkinin insanı ahiretten uzaklaştırması, varoluşun anlamının unutulması yerilmektedir.

Birey ve toplumların “Kutsal”dan uzaklaşması, inancın gölgesinden sıyrılarak, dünya hayatına meyletmesi ve kendi benliğini unutması süreci olan dünyevileşmeye karşı İslam'ın temel alternatiflerinden birisi infaktır. İnsanın dünya ile ilişkisinde; tamamen dünyaya meyledip kendini onun esiri haline getirmesi doğru olmadığı gibi, dünyadan uzaklaşıp sorumluluklarını yerine getirmemesi de doğru değildir. İşte bu ilişkinin yeniden yapılandırılması ve gerçek konumuna yerleştirilmesi açısından temel ilkelerden birisi, Allah'ın verdiğinden, onun rızası için infak etmektir.

İnfak ile, mal ve servet bereketlenerek artarken insanda egoist ve bencillik azalır. İnfak insan ruhundaki yüce hasletleri harekete geçirir, nefsin arınmasına ve arzuların dizginlenmesine yardımcı olur. Sınırsız tüketim anlayışının insanı tatmin etmediği ve sadece insana değil tabiata da ciddi zararlar verdiği ortadadır. İnfak bilinci, insana malın ve servetin değerini, muhtaç olanın halinden anlamayı, insana, diğer canlılara ve tabiata saygılı olmayı da öğretir. İsraf ve lükse dalmış, sadece tüketen toplumların aynın zamanda tükendiğini söylemek yanlış olmasa gerektir.

Servete, mal ve mülke biçtiğimiz anlam önemlidir. Para veya maddi güç, bizim bu hayatı daha güzel yaşamamız, insanlara yardım etmemiz, başka insanların ıstırabını dindirmemiz için bir araç mı, yoksa lüks ve debdebe içinde yaşamanın vasıtası, tüketim ve konfor arayışında yegane amaç mıdır? Bu soruya verdiğimiz cevap, onunla kurduğumuz ilişkinin mahiyetini de belirler. İnsan, sadece kendisi için yaşarsa o hayat manasız, manevi anlamda boş ve özünden yoksun bir hayat olmaktadır. Oysa hayatın doğası, başkasıyla birlikte ve başkasını da dikkate alarak yaşamayı öngörür.  Dünyevileşmenin arka planında, “hayatı kendin için yaşamak”, “sorumluluğun şahsiliği” ve “başkalarının durumuyla ilgilenmeme” gibi yanlış düşünceler, bencil ve çıkarcı tavırlar yer alır.

İnfak etmek, kendinde olanı başkalarıyla paylaşmak insana, daha büyük bir bütünün parçası olduğunu, başka insanlarla arasında bir bağ olduğunu hissettirir. Başkasının ihtiyacını gidermek, kişiye maddi imkanla elde edilemeyecek bir huzuru yaşatır. “Vermek” insana tatmin duygusu ve huzur getirir. Aksi durumda, daha çok tüketmek, daha çok almak ise insanın içindeki boşluk duygusunu azaltmak yerine daha da büyütür. Arzular ve tatminsizlik duygusu sürekli daha fazlasını ister. Buna engel olmanın yolu, sahip olduğundan vermek, kendinde olanı paylaşmaktan geçer.

Modern insan mutlu ve huzurlu olmak istiyorsa, sahip olduklarından muhtaçlara verecek, paylaşacak, infak ile bağını güçlendirecektir.

İnfak, insanla birlikte var olan bir dayanışma şeklidir. Her dönemde bu paylaşma önemli olduğu gibi, özellikle içinden geçtiğimiz küresel salgın döneminde, ihtiyaçlarının temininde zorlanan, ekonomik anlamda sıkıntılara maruz kalan insanların durumunu dikkate alarak, elimizden geldiği ölçüde imkanlarımızı paylaşmak, infakı canlı tutmak daha bir önem kazanmıştır. O halde şöyle bitirelim: Ey İnsan! Maddi imkanın ne düzeyde olursa olsun, sahip olduklarından ver, paylaş ki mutlu edip mutlu olasın…

Editör: Mehmet Çalışkan