Hayatta çoğu kez elimizden kaçıp giden fırsatlar için iç çekip “ah keşke şöyle yapsaydım” dediğimiz dönemler olmuştur. Ancak ne hazindir ki, zamanı geri döndürmek imkânsız olduğundan bu sözlerimiz bir anlam ifade etmemektedir. Nitekim fırsatlar cuma namazı gibidir, kazası yoktur. Bununla birlikte “keşke” diye başlanan sözlerin kadere isyan niteliği taşımaması ve şeytanın vesveselerine teslim olunmaması Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından tembihlenmiştir. (Müslim, Kader, 34) Akıllı bir insan bu tablolardan ibret aldıktan sonra durumu avantaja dönüştürüp ileride aynı durumla karşı karşıya kalmamak için yeni tedbirler alarak zararı telafi edebilir.

Kur’an-ı Kerim’de de birçok ayette insanların keşke diyecekleri durumlar adeta “yarın bu durumla karşılaşmadan önce tedbirinizi alın, sakın keşke diyenlerden olmayın” dercesine uyarı niteliği taşımaktadır. Mesela Furkân Sûresi 27-28. ayetlerde iki sebeple insanın keşke diyeceği açıklanmış; bunlardan birincisinin, Allah’ın Resulüne tabi olmamanın pişmanlığı, ikincisinin ise kötü dost seçiminin verdiği pişmanlık olduğu bildirilmiştir. “O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: ‘Keşke ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım, yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!’ ”

Hz. Peygamber, insanlığın dünya hayatındaki en güzel örneğidir. Onun sünneti ise tutulacak yoldur. İman şerefine nail olamayanlar apaçık bir dalalet içindedir. İnananlar ise Resul’ün yolundan gittiği müddetçe güvendedir. Sahih sünnetten ayrıldığı zaman hayat boşluk kabul etmeyecek ve onun yerini hurafeler alacaktır. Nihayetinde de inanılan değerler yaşanmayınca, yaşanılanlara inanılmaya başlanacaktır. Son günlerde medyada sıklıkla karşılaşılan “bana göre böyle” söylemleri gittikçe yaygınlaşacak, sırat-ı müstakimden de sevâd-ı azamdan da kopmalar artacaktır. Böyle hazin bir durumla karşı karşıya kalmamak için sünnet korunmalı, bu da yeterli görülmeyip güzel bir çevre ve salih dostlarla yaşanmalıdır.  

Atalarımız “arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” derken, kişinin mizacının oluşması için arkadaş ortamının ne kadar önemli olduğuna derin bir vurgu yapmışlardır. Toplumumuzda kötü alışkanlıkların müptelası olan insanların faturayı hep arkadaş ortamlarına kestikleri hepimizin malumlarıdır. Rabbimizde yüzyıllar öncesinde; “Kim Allah’ı, Peygamberini ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki Allah’tan yana olanlar mutlaka galip geleceklerdir”; “Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene inanıyor olsalardı, hakkı inkâr edenleri dost edinmezlerdi; fakat onların birçoğu yoldan çıkmışlardır” (Mâide, 56-81); buyurarak insanın dünya ve ahiret selameti için arkadaş ortamını iyi seçmesini emretmiştir.  

İnsanların bu ulvi değerleri kaybetmelerine sebep olan neden ise Hz. Peygamber’in dilinden aktarılmış, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terkedilmiş bir şey haline getirdi” dediği bildirilmiştir. (Furkan, 25/30) Anlaşılan o ki Kur’an’ı terk edenler, Resulün yolundan ayrılanlar, kötü dost edinenler hep aynı kaderi paylaşan gafillerdir. Kur’an, sünnet ve İslam toplumu bir zincirin halkaları gibi birbirine kenetli olduğundan, halkanın birisi çıktığında zincir tamamen dağılmaktadır. Bu duruma düşen toplumun da felakete sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bu bağlamda “İslam sadece Kur’an’a bakarak yaşanmalı!” ya da “Kur’an İslam’ı bize yeter!” söylemi ile ilgili tartışmalar devam ederken, hadislerin ve sahih sünnetin delil ve sabite değeri hafife alınmaya çalışılırken ortaya çıkan tabloyu üzülerek izliyoruz. İslam coğrafyasında can, mal, namus, vatan ve kutsal değerler mücadelesi verilirken müminlerin bu konuları tartışıyor olması inananları fazlasıyla oyalayarak gündemden uzaklaştırıyor. Elimizde Kur’an, göğsümüzde iman diye başlanılan cümleler söyleme ve eyleme dönüşürken 1400 yıllık deliller tartışılır hale getiriliyor. Bu delillerin birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçaları olduğu ve hepsine sımsıkı sarılarak sevâd-ı azam üzerinde kalmanın ehemmiyeti müteaddit defa tecrübe edilmişken birbirini tekfir edercesine ayrılığa düşmek, bölünüp parçalanmak dünya Müslümanlarını bu duruma düşürmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey olmayacaktır.

Elbette bütün Müslümanların her konuda aynı fikri benimsemesini beklemek mümkün değildir. Önemli delillere dayanan fikir ayrılıkları bazen Hz. Peygamber’in işaret ettiği ümmetin âlimlerinin ihtilafından doğacak rahmete vesile olacaktır. Ancak hiçbir mesnedi olmayan ve ümmeti bölüp parçalayarak yüzyıllardır süregelen kültürel varlığa mugayir fikirlerle hilaf oluşturmaksa ancak tefrikaya sebebiyet verecektir. Hâlbuki Hz. Peygamber; “Ümmetim dalalet üzerine birleşmez. Öyleyse bir konuda ihtilaf olduğunu gördüğünüzde sevâd-ı azama/büyük çoğunluğa tabi olun” buyurmuştur. (İbn Mâce, Fiten, 8)

Bu münasebetle, yeni yıla güzel başlangıçlar yapma ümidiyle, birlik ve beraberlik içerisinde dinî değerlerimize sahip çıkıp küresel manada İslam âleminin sorunlarıyla ilgilenerek, “keşke” demeyeceğimiz bir hayat yaşamanın mücadelesinde olmak ümmet-i Muhammed için daha asil bir duruş olacaktır diye temenni ediyorum.