Varlıklı ve bilge bir zât hastalandığında oğlunu yanına çağırarak ona bir vasiyyette bulunmuş:

“Evlâdım, bak benim çok malım var, bilgim var, çevrem var. Hastalandım. Ölüm de bizim için. Allâh’ın takdîr buyurduğu süre hepimiz için bir gün bitecek. Benim için de bitecek. Belki bu hastalıktan kalkamayacağım. Eğer vefât edecek olursam, senden bir istirhâmım var. Elindeki bir çift çorabı göstererek; “bu çoraplar bana filanca sebeplerden dolayı çok kıymetlidir. Manevî değeri çok yüksektir. Beni yıkayıp kefenlediğiniz zaman definden evvel bu çorapları ayağıma giydirip beni öylece defnedin.” der. “Filân zâtın yanına vasiyyetimi yazmış olduğum bir mektup bıraktım. O mektubu defin işleminden sonra alır, gereğini yerine getirirsin.” diye de ilave eder.

Günler geçer. Tahmin edildiği üzere baba hastalığa yenik düşer. Rûhunu Rahmân’a teslim eder. Evlat, vasiyyet üzere babasının kendisinden istediklerini yerine getirmek üzere harekete geçer. Babasının çoraplarını alarak kefen işlemini yürüten hocaefendinin yanına gelir ve der ki; “babamın vasiyyetidir. Son arzûsudur. Bu çorapları ayağına giydirip öylece defnetmemizi istedi benden.” Der ancak hoca efendi itiraz eder: “Olmaz! Cenaze eğer şehîd cenazesi değilse, yanında kefenden başka herhangi bir elbise veya başka eşya cinsinden bir şey bulunduramaz” der. “Yahu babamın son arzusu idi, nolur ki yapsak? Yapamaz mıyız? Olmadı, müftü beye soralım.” der evlat… Sorarlar, sonuç olumsuz. Şehrin âlimine, kadısına vs. sorarlar. Hiç birinden müspet manada bir cevap çıkmaz. Her biri aynı şekilde itiraz eder ve aynı cevabı verir. “Bu dînen, fıkhen câiz ve mümkün değildir” cevabı alınır. Çaresiz delikanlı babasının son arzusunu yerine getiremez ve cenazeyi defnederler. Tâziyesi yapılır. Babasının son arzusunu yerine getirememenin ezikliği ile, vasiyet bıraktığı zattan gidip mektubu alır ve okumaya başlar. Şöyle yazmaktadır:

“Evlâdım, senden istediğim son arzumu yerine getiremediğinin farkındayım. Getiremeyeceğini de bilerek istedim zaten. Bunu senden, sana bir şeyi anlatmak ve bir nasihat vermek için istedim. Dedim ki sana; “bak onca servetime, varlığıma, şânıma, şöhretime, ilmime rağmen kirli bir çift çorabımı bile bana çok görüyorlar, yanımda götüremiyorum. Sen artık bu dünyadan öteye götürebileceğin faydalı işlere ağırlık ver .Kabrini aydınlatacak, Rabbinin huzuruna alnın açık, yüzün ak çıkabileceğin, sırattan geçmene yardımcı olabilecek, mîzanda senin lehine ağır gelecek tedariki sağlaman gerektiğini anlatmak için yaptım.” der.

Öyle bir gün ki;

يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ  - ٣٤ - وَاُمِّه۪ وَاَب۪يهِۙ - ٣٥ - وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ - ٣٦-  لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ -٣٧

“İşte o gün kişi kardeşinden, kaçar. Annesinden, babasından, Eşinden ve çocuklarından . O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese, 80/34-37) buyurulur.

O günde Rabbimiz bizleri yüzleri gülen, sevinen, parıl parıl parıldayan kullarından olma lütfuna nâil eylesin.