Modern çağda bazı kesimler tarafından fayda ve zarar, sadece maddi üretime katkı endeksli olarak lanse edilmektedir. Bu bağlamda teknoloji dünyasına katkı sağlayan, maddi üretime ortak olan çalışmalar ve çabalar değerli sayılırken manevi hizmetler adeta boşa kürek çekmek olarak nitelenmektedir. Halbuki insan denilen mükemmel ve mükerrem varlık (İsra 17/70) sadece maddi ve somut materyallere gereksinim duyan ve bu ihtiyaçlarının giderilmesi ile refaha kavuşacak bir formda değildir. Zira insanoğlu maddi bir yapı olan beden ile manevi bir hava taşıyan ruhun birleşiminden meydana gelmektedir. Buna göre sadece beden yönü dikkate alınan ve yalnız bedeni ihtiyaçları giderilen insan, bir kanadı kırık kuş misali uçamayıp sadece zıplayacaktır. Bu zıplama ve yerden yükselme bir nebze de olsa onu tatmin etse de uçmanın verdiği hazzı ve gönül huzurunu asla yaşatamayacaktır.

Bu çarpık anlayış ve düşünce doğrultusunda teknoloji âlemine katkı sağlayan en ufak çaba ve gayret -hak ettiği şekilde- baş tacı yapılırken insanın ruh âlemine ve manevi dünyasına yönelik yapılan çalışmalar abesle iştigal olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda sanal platformlarda iki yönü karşılaştıran ve teknolojik üretimin zaferini ilan eden paylaşımlara sıkça rastlanılmaktadır. Bunun neticesinde din ve ahlak alanında manevi çalışmalar yapan kişilerin itibarı zedelenmeye ve insanlar nezdinde değersiz gösterilmeye çalışılmaktadır. Değerin salt bilgi ve maddi üretim olduğu fikrine sahip olan bu bilinç, esasen tüketim çılgınlığına kapılarak kısır döngü içinde ömrünü tüketmektedir. Modern dünya anlayışı bu yaşantıyı icbar ederken “De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır (4/77) buyuran Yüce Allah, manevi yaşama da dikkat çekmektedir. Zira modern dünya anlayışı ile beslenen bir insanın dünyası, dünyadan ayrılmasıyla tükenecektir. Hâlbuki dünya, ebedi hayatın kazanılması için verilen bir sermayedir. Sermaye de tüketmek üzere değil işleterek yeni kazanımlar sağlamak düşüncesiyle ortaya konulan şeydir.

Din, ahlak ve manevi hayat yönünde gayret gösteren kişilerin ve çalışmaların olmadığı, insanın sadece maddi ihtiyaç ve gereksinimlerinin tatmin edildiği bir dünya düşünecek olursak acaba bizi nasıl bir hayat karşılayacaktır? Muhtemel ki bireysel menfaatler uğruna birbirine saldıran, kişisel arzu ve isteklerini temin edebilmek için her türlü icraatı mubah gören son teknolojiye sahip robotik nesiller peyda olacaktır. Belki bunlar dış görünüm itibarıyla renkli, ışıklı ve çok fonksiyonlu olacak fakat içsel olarak kısa devre yapmaya ve kendi kendini yok etmeye meyilli olacaktır. Aynı şekilde bu varlıklar, ahiret bilincinden uzaklaşarak zamanla merhamet, şefkat, acıma vb. rahmani duyguları teker teker kaybetmeye başlayacak ve sonunda ürettiği teknolojinin egemenliği altına girecektir. Yani bu dünya görüşü ile yapılan maddi üretim, maalesef manevi tüketimi beraberinde getirecektir. Bütün bunlar muvacehesinde Allah inancı ve ahiret bilincinin canlı kalması, dinin toplum hayatından çıkmaması için gayret sarf eden din gönüllülerini, kamuya bir yük olarak görmek maddi bakış açısının bir yansımasıdır. Bu bakış açısı da insanı tüm yönleriyle ihata edemediğinden doğru kanaate ulaşamamaktadır. 

Tabi ki bütün bunlar Müslümanın teknolojik gelişmelere bîhaber olması, dünyadan elini eteğini çekip sadece ahirete yönelmesi anlamına gelmemelidir. Zira böyle bir anlayış “Dünyadan da nasibini unutma” (Kasas 28/77) diyen Kur’an’a muvafık olamaz. Dolayısıyla çağın bilgisi ve teknolojisine sahip olmak için tefekkür etmek, çalışmak ve üretmek elbette İslam’ın arzuladığı ve tasvip ettiği şeylerdir. Zira Müslümanların sadece tüketen bir toplum olması, dünyada üretime değil de sadece tüketime ortak olması asla onaylanmaz. “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm 53/39) buyurarak çalışmaya ve üretime teşvik eden Kur’an ile “Davud (a.s) ancak elinin emeğiyle kazandığını yerdi” (Buhârî, Büyû’ 15) diyerek helal kazanç ve iş tutmaya yönlendiren hadis dikkate alındığında İslam’ın bu konudaki tavrı net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

“Sizden herhangi birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden hayırlıdır. Zira dilendiği kişi ya verir ya da vermez” (Buhârî, Zekât 50, 53; Müslim, Zekât 106) buyuran Hz. Peygamber (s.a.s) kişiyi adeta kendi söküğünü kendi dikmeye ve başkalarına muhtaç olarak bir hayat yaşamaktan uzak durmaya davet etmektedir. Bu anlam ışığında modern çağın bir ferdi olan Müslümanın da bilimsel ve teknolojik gelişmelere ayak uydurması ve son icatların her zaman alıcısı değil de mucidi ve üreticisi olma yolunda çaba sarf etmesinin gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Aksi halde başkalarından teknoloji ve bilgi ithal etmeye çalışacak, onlar da ya verecek ya da vermeyecektir. 

Burada işaret edilmek istenen ana husus, insanın maddi ve manevi yönüyle bir bütün olduğu ve bu bütünlüğü göz ardı eden kıyaslama ve karşılaştırmaların manasız olduğudur. Bu bağlamda maddi yön, ön plana çıkarılarak manevi yönün ötekileştirildiği ve dışlandığı bir anlayış asla doğru olamaz. O halde yapılması gereken maddi ve teknolojik üretimlere önem verilmesi gerektiği gibi insanın ruh ve manevi yaşantısına yönelik çalışma ve gayretlere de değer atfedilmesidir. Bunları birbirinin rakibi gibi göstermek, birinin yükselmesi için diğerinin yok olması gerektiğini düşünmek doğru bir yaklaşım olamaz. Unutulmamalıdır ki insanoğlu ruh ve bedenden müteşekkil olup bedeni ihtiyaçlara sahip olduğu gibi duygusal ve ruhsal talepleri de olan bir varlıktır. Sonuç olarak manevi yönde yapılan hizmet ve çalışmaların devamı için harcanan bütçeyi, heba edilmiş olarak değil insanlığa yatırım olarak algılamak gerekir. Zira manevi ve ahlâkî çabaların terki, insanlığın kaybolup insani özden uzaklaşmaya sebep olabilir.