Son asır boyunca hayata dair kullanılan en yaygın ifadelerden birisi de “hız çağında” yaşıyor oluşumuzdu. Zira her şey öylesine hızlı akıyordu ki insan kendisiyle yüzleşmeye, varlığı, hakikati, manayı tefekkür etmeye vakit bulamadığı gibi çoğu kere hayatı ve olayları da geriden takip etmek durumunda kalıyordu. Bir anda tüm dünyanın gündemini değiştiren ve sabitleyen bir virüs hayatı yavaşlatarak insanın kendisini ve çevresini fark etmesine de kapı araladı. Esasında bu sükûnet ve arayış hali sekînete çıkan bir yol bulma imkân ve ihtimalini de içinde barındırmaktadır. Ama insanlık öncelikle neyi kaybettiğini hatırlamak ve dünyayı tedirgin eden semptomların gerçek sebeplerini bulmak zorundadır. Zira yeryüzünde yaşanan sıkıntılar, korkunç bir kısır döngü olarak acıların ve felaketlerin tasviri düzleminde konuşulmakta ve adeta trajedinin fotoğrafını en iyi çekenler entelektüel kulvarda bir adım öne geçmektedir.

Elbette son yıllarda yeryüzünün büyük siyasî, iktisadî ve toplumsal krizlerle kuşatıldığını; bir yanda alabildiğine israf, bencillik ve rehavet yaşanırken diğer yanda dünya nüfusunun yarıdan fazlasının açlık, yoksulluk, sefalet ve sosyal problemlerin kıskacında bir hayata mahkûm edildiğini; savaşlar, terör örgütleri ve salgın hastalıklarla milyonlarca insanın kan, gözyaşı ve umutsuzluk girdabına sürüklendiğini; bu çağda yaşayan ve çevresinde olan-biteni fark etme yeteneği olan herkes bilmektedir. Ama bütün bunlar, gezegenimizde “neler” yaşandığına dair tablolardır. Oysa asıl önemli olan ve daha iyi bir geleceğe katkı sunacak şey ise bütün bunların “neden” yaşandığını ortaya koymaktır. Çünkü istenmeyen ve ıstırap veren bir durumda önemli olan, semptomların sebeplerini doğru tespit ederek gerçekçi bir teşhis ve uygun bir reçete ile tedaviye başlamaktır.

Bu bağlamda, modern dönemde bireysel boyuttan küresel alana yaşanan bunalımların, felaket ve trajedilerin, en ciddi sebeplerinden birisi; insani değerlerin ötelenmesi ve fıtratın yozlaşmasıdır. Yani yaşanan esasında büyük bir hakikat ve merhamet krizidir. Hakikatin kaybedilmesi derin bir anlam krizine, merhametin yitirilmesi ise vahim bir ahlak krizine yol açmıştır. Dolayısıyla bugün dünyanın gündemini meşgul eden bir virüsün doğudan mı batıdan mı başladığı ya da hangi küresel gücün laboratuvarından kaçtığı ile ilgili bilgi ya da analizler de hareketli nesnelerin fotoğrafını çekmeye çabalamaktan öte bir anlam ifade etmemektedir. Zira söz konusu bağlamda adı geçen kişi, kurum ya da merkezlerin insana, eşyaya, dünyaya bakışı aynıdır.

Modern dönemin paradigmaları insanı ele alırken maalesef onun aşkın varlıkla, Allah’la irtibatını görmezden gelmiştir. Böylece insan yeryüzündeki ulvi misyonunu ve ilahi otoriteye karşı sorumluluk ve hesap verme bilincini kaybetmiştir. Oysaki insan en güzel şekilde yaratılan (Tîn, 95/4), üstün özelliklerle donatılan (Beled, 90/8-10), halife kılınan (Bakara, 2/30), yeryüzünde iyilik ve merhametin egemen olması ve kötülüğün ortadan kalkması görevini (Âl-i İmrân, 3/104) bir emanet olarak yüklenen şerefli bir varlıktır.  (İsrâ, 17/70) Aynı şekilde modern dönemde insan, yalnızca fiziki boyutuyla öne çıkartılmış ve güç merkezli bir bakışla adeta doğal seleksiyonun bir unsuru olarak kabul edilmiştir. Oysaki onu varlık âleminde farklı ve özel kılan sahip olduğu erdemler ve sorumluluk duygusudur.

Bugün, uluslararası boyutta barışa ve merhamete dayalı proje ve harcamaların, savaşa dair bütçelerin yanında çok küçük kaldığını, dünyanın egemen devletlerinin silah sanayi ve teknolojisine yaptığı yatırımların; başta sağlık olmak üzere diğer insani alanlara yönelik harcamalardan binlerce kat fazla olduğu acı bir şekilde ve daha yakından fark edilmektedir. Ne yazık ki son asır boyunca insanlığı etkileme gücüne sahip küresel merkezler merhamet, huzur ve barış eksenli projeler değil savaş, güç ve kavga merkezli bir cephe oluşturmuştur. Bilimsel masumiyet perspektifinden bakıldığında ise insanın huzur, güven ve refahı, tamamen teknoloji, ulaşım, iletişimin gelişmesine endekslenmiş, merhamet merkezli değerler ideal insan tasavvurunun dışında bırakılmıştır. Merhameti hiçe sayan laboratuvarlar insanlığın felaketini çağrıştıran cümlelerin öznesi haline gelmiştir.

Bu türbülanstan çıkışın ilk hamlesi insanlığın kendisiyle yüzleşmesi ve varlığın anlamını tefekkür ederek yeni bir başlangıç yapma iradesini ortaya koymasıdır. Zira insanı değerli kılan ırkı, rengi, coğrafyası, tapu kayıtları, banka hesapları, takipçi rakamları değil, kalbinden hayata taşıdığı sevgi, merhamet ve sorumluluk duygusudur. Ulaşım ve bilişim çağında hayatı kolaylaştıran gerçek imkân, teknolojiden önce merhamet ahlakıdır. Zira söz konusu gelişmeler ancak merhamet zemininde kaldığında insanlığın iyiliğine hizmet etmekte, merhamet olmayınca ekonomi, eşya, teknoloji bir baskı, zulüm ve işkence mekanizmasına dönüşmektedir.

Dolayısıyla küresel bir şaşkınlık ve arayışın öne çıktığı zor zamanlar, şayet küresel bir bilince dönüşebilirse insanlık gelecek adına umuda doğru bir yol bulmuş olacaktır. Bu noktada iyiliği ve merhameti önemseyenlerin, tüm vakitlerini yeryüzünü ifsat edenlerin müphem, ezoterik ve karmaşık hikayelerini takip ve analiz etmekle geçirmek yerine, yeni ve yaşanabilir bir dünyanın inşasına dair kafa yormaları gerekmektedir.

Mustafa Irmaklı Kimdir?