Kur’an’ın Kalbi: Yâsîn Sûresi-1[*]

1. Sayfa

Ey Peygamber! Kur’an’ın üzerine yemin olsun ki sen, Allah tarafından gönderilmiş bir elçisin! Tüm insanlık duysun bu gerçeği. Senin peygamber olduğunun kanıtı, âyetlerinin dizilişiyle, içerisindeki hükümlerle sağlam, sarsılmaz olan ve her bir buyruğunda hikmet bulunan Kur’an’dır. Senden önceki peygamberler gibi sen de dosdoğru bir yol üzerindesin. Kudretli ve merhametli Rabbin, uzun süredir uyarıcı gelmediği için ne yapacağını bilmez halde olan bir toplumu uyarman üzere seni görevlendirmiştir. Ama şunu da unutma; onların çoğu iman etmeyecek… Tebliğ vazifeni yerine getirirken başarısız olduğunu düşünüp de sakın üzülmeyesin! Çünkü onların içinde bulunduğu durum, özgür iradeleriyle inkarı seçmelerinden ibarettir. O inkar edenler adeta, boynunda çenelerine kadar kelepçeler olduğu için başını eğip önünü göremeyen, zaten önünde ve arkasında duvar örülü olan, gözleri de perdeli biri haline gelmişlerdir. Ne hakikati görebilirler, ne de ileri ya da geri bir adım atabilirler artık. Bu hale gelinceye kadar şüphe denizinin zifiri karanlığında birer deniz feneri gibi ışıldayan ayetlerimizi umursamadılar. İnkar kıyısına ulaşınca da pusulalarını bozdular. Bundan sonra iman kıyısını bulabilmeleri mümkün değildir. Böylelerini uyarsan da uyarmasan da birdir. Senin uyarıların ve müjdelerin, Kur’an’ı önemseyen, öğüt almaya istekli, görmediği halde/yalnızken dahi Allah’a duyduğu saygıdan dolayı yanlış yapmaktan korkan kimselere fayda verir. Bu kimseleri bağışlanma ve cennetle müjdele! Dünya hayatında herkesin yapıp ettiği titizlikle yazılıyor. Şüphe olmasın ki biz mutlaka ölüleri diriltip kaydı tutulan amellerin karşılığını eksiksiz vereceğiz.

2. Sayfa

Ey Peygamber! Daha önce kendilerine peygamberler gönderilen bir toplumu, o Mekke müşriklerine ibretlik bir misal olarak anlat. Bu kıssayı dinleyip kendileri pay çıkarsınlar. Hani onlara iki peygamber birden göndermiştik; ikisini de inkar etmişlerdi. Yine de rahmetimiz gereği bir üçüncü peygamber daha gönderdik. Bunun üzerine elçilerimizi işkenceyle, öldürmekle tehdit etmeye başladılar. Peygamberlerin, kendilerine uğursuzluk getirdiğini iddia ettiler. Halbuki onların uğursuzluk dediği şeylerin sebebi, aslında inkarlarından başka bir şey değildi. Öğüt verildi diye uğursuzluk mu olur! Peygamberlerin tebliği, o kadar açık ve netti ki şehrin her köşesine yayılmıştı. Halkın bu kötü tutumuna rağmen yine de son bir uyarıcı daha gönderdik. İçlerinden biri, şehrin öteki ucundan koşarak geldi ve onları ikna etmeye çalıştı: “Ey hemşerilerim! Bu peygamberler sizden hiçbir karşılık beklemiyor. Belli ki doğru yolda olan kimseler. Hem de bir düşünün; bizi ilk defa yaratan Allah’a neden kulluk etmeyelim ki? Nihayetinde hepimiz O’na dönüp hesap vermeyecek miyiz? Rahman olan Allah, bizi bir musibetle imtihan etmek istese, bunu O’ndan başka giderebilecek olan var mıdır? Şahit olun halkım! Şahit olun ey elçiler! Ben Allah’a iman ettim.” Bunun üzerine, o üç peygamberi de dördüncü uyarıcıyı da öldürdüler. Halkını uyarmak için koşarak gelen kişiyi “Cennete gir!” diyerek buyur ettik. Yine de o cennete koşarak gitmedi. Çünkü hala, geride kalanlar için üzülüyordu. “Keşke” dedi. “Rabbimin beni bağışladığını ve O’nun katında saygın bir kimse olduğumu onlar da bilseydi.”

3. Sayfa

Biz bu yaptıklarının ardından onları helak etmek için gökten bir ordu indirmedik; zaten buna gerek de yoktu. Tek bir ses, onların sönüp yeryüzünden silinmesi için yeterli olmuştu. Ne zaman kendilerine bir peygamber gelse onunla alay eden kullara yazıklar olsun! Kendilerinden önce aynı sebeple birçok toplumun helak edildiğini bilmiyorlar mı? Halbuki yeryüzünde nice ayetlerimizin; işaretlerimizin izini sürerek yaratıcının varlığını ve birliğini anlayabilirler. Mesela çorak toprağa baksınlar. Gökten yağmur indirip nasıl da ona hayat veriyoruz. Böylece insanların yiyebileceği taneler o topraktan çıkıyor. Toprağın hayat bulmasıyla bağlar bahçeler oluşuyor. Oralarda gürül gürül pınarlar akıtıyoruz. Bütün bunları, sizin istifade etmeniz için yapıyoruz. Kendi gücünüze kalsa bunların hiçbiri olmaz. Hala mı inanmayacaksınız? Allah her şeyi zıddıyla, çiftler halinde, çeşit çeşit yaratmıştır. Yerin bitirdikleri, tatlarıyla, renkleriyle, şekilleriyle birbirini tamamlar. Sizler de erkek ve kadın olarak birbirinizi tamamlarsınız. Bir varlığın eşinin, zıddının olması, onun yaratılmış olduğunu gösterir. Allah ise Subhân’dır. O’nun bir eşi, dengi, zıddı, tamamlayanı yoktur. O, tek başına ilahtır! Bir düşünseler; gece de onlar için bir ayettir. Gündüzü sıyırıp aldığımızda birden karanlıkta kalıverirler. Güneş de ay da kendi yörüngesinde akıp gider. Dolunaydan hilale kadar her gün başka bir şekilde görünür ay. Hiçbiri boş yere değildir. Böylece geceler, gündüzler, mevsimler, takvimler oluşur. Bütün bu düzenlemeleri, her şeye gücü yeten bir yaratıcıdan başka kim yapabilir ki.

Devam edecek…


[*] Yâ-Sîn sûresinin tefsîrî ve edebî meâl denemesidir.