Âlemler’in Rabbi olan Allah insanlığa kelâm ile seslenmiştir. Sözün en güzelinin vahiy olduğunu bildirmiş,  merkeze onu almış, zihinlere onu yazı ile nakşetmiştir. İnsana  “oku” emri ile hitap etmiş, ona bilmediğini kalemle öğreteceğini söyleyerek “Kerim” olduğunu haber vermiştir. Kaleme ve yazdıklarına yemin etmiş, ehemmiyetine dikkat çekerek mesuliyetini hatırlatmış, sözün en güzelini söylemeyi emretmiştir kullarına. Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa kendi sözlerinin bitmeyeceğini haber vererek insanı haddini, hududunu ve hukukunu bilmeye davet etmiştir. Bu gerçekleri kendisine ilke edinen İslam medeniyetinin mensupları sözü müebbet kılan yegâne vasıta olan kalemi daima bir kutsallık anlayışıyla kullanmış, kaleme ve onun yazdıklarına büyük bir hürmet göstermiştir.  Âlimlerin elinde bilgi, ariflerin elinde marifet olan kalem, kelâmın hep sesi olmuştur. Ayetler onunla yazılmış, duygular, düşünceler, idealler, fikirler ve hedefler hep onun dili ile anlam bulmuştur.  Onun yazdıkları, büyüklerden küçüklere, öncekilerden sonrakilere, ölülerden dirilere kalan paha biçilmez büyük bir miras olarak telakki edilmiştir. Geçmişten günümüze insanlığın biriktirdiği, medeniyet adına inşa ettiği ne varsa her şey onun gücüyle olmuştur. Âlemde kullanıldıkça değerini yitirmeyen bir şey varsa onun yazdıklarıdır. Onu değerli yapan ise insandır. İnsanın değeri de dimağında ve imanında gizlidir. Dolayısıyla kalem gerçekte sahibini tanıtır,  onun özünü ayan eder.

İslam her şeyde olduğu gibi sözde de rahmeti, merhameti, adaleti, hakkı ve hayrı merkeze alan, sesin değil sözün gücüne itibar eden bir medeniyettir. Bu medeniyette söz bereketli, verimli, kökü yere istikrar kılmış, dalları göğe doğru uzanan bir ağaç gibidir. Ve peşinden eziyet getiren sadakadan bile daha hayırlı görülmüştür. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim sözü ahdin konusu yapmak suretiyle ona büyük bir değer atfetmiştir. Bu anlayışın bir gereği olarak sözün anne babaya “öf” bile denilemeyecek kadar ikram yüklü, muhtaç ve mahrumu incitmeyecek kadar gönül alıcı, yetimin ve yoksulun haliyle hemhal olacak kadar güzel, manen hasta olanları tedavi edecek kadar zarif, zalim ve kâfiri etkileyecek kadar yumuşak ve beliğ olması istenmiştir. Dolayısıyla mümin zararlı ve kötü sözden sakınarak rahata ve huzura kavuşmak, hayırlı ve güzel söz söyleyerek kazançlı çıkmak gibi bir basiret ve ferasete sahiptir. Bundan daha önemlisi mümin, sesin ve harflerin kifayetsiz kaldığı hallerde gönül diliyle konuşan kişidir. Çünkü gönül dilinin harfleri ve sesleri olmasa da rahmani bir yönü vardır. Tüm bu yönleri ile hayır ve rahmet yüklü olması gereken söz;  zihni aydınlatan, kalbi tezyin eden, amelleri güzelleştiren ve günahların affına vesile olan bir tesire sahiptir. Kısacası söz, insana ya ölümsüzlüğün izzetini ya da ölümsüzlüğün zilletini yaşatır.  

Modern çağda insanlık hayatı sadece dünyevi arzu, çıkar ve kaygıyla yaşadığı için kalem ve yazdıkları bir felakete dönüşmüştür. Öyle ki kalem zihinleri bulandıran, fertleri ayrıştıran, toplumları dizayn eden bir araç olarak kullanılmaktadır. Hatta dijital dünyanın tüm enstrümanlarını birer kalem olarak düşündüğümüzde en mahrem alanlarımıza girilmek suretiyle duygularımız dahi kontrol edilip yönlendirilmekte, verilen mesajlarla âlemin en mükerrem varlığı olan insanın tüm değerlerine savaş ilan edilmektedir. Dijital çağda kalem tarihte hiç olmadığı kadar etkili, işlevsel ve güçlüdür. Bir zamanlar üretim ve erişimi en zor şeylerden biri iken bugün kendisine en kolay ulaşılan bir alet olmuştur. Ayrıca geçmiş asırlarda onun yazdıklarının doğruluğu ve güvenilirliği sorgulanmazken bugün en çok sorgulanan şey olmuştur. Şüphesiz buna sebep olan herkesin her düşündüğünü hiçbir endişe ve sorumluluk taşımadan dile getiriyor olmasıdır. Bu durum insanın kendine, kardeşine, değerlerine ve her şeyden önemlisi yaratanına yabancılaşması sonucunu doğurmuştur. Böyle bir durumda yazı hakikate ulaşmanın, doğruyu savunmanın, güzeli ifade etmenin değil; ben duygusu ve hazzını öne çıkarmanın aracı haline getirilmiştir. Küfürler, hakaretler, yalanlar, iftiralar, yanlışlar her bir mecrada coğrafyalar ve kıtalar dolaşıyor,  kalem ve onu tutan eller büyük bir değer kaybı yaşıyor. İnsanlar kime inanması gerektiğine, neyin doğru olduğuna bile karar verememekte ve büyük bir güven sorunu yaşamaktadır. Diğer taraftan insan, üretilen bilgiyi değere dönüştürememekte, hayata aktaramamakta ve sadece tüketmektedir. Her türlü kitle iletişim araçlarıyla söz; hakikat, ahlak, estetik ve fayda niteliklerini yitirmekte, imaj ve görsellik öncelenmek suretiyle gücünü kaybetmektedir. Enformatik cehalete neden olan bu durum bireyden aileye, toplumdan devlete büyük acılar ve trajediler doğurmaktadır. Söz ve yazı tarihin hiçbir döneminde kutsallığını bu denli yitirmemiştir.

Bugün biz Müslümanlara düşen en büyük sorumluluk sözün bir emanet olduğu ve gözetleyici melekler tarafından kaydedildiği bilincini hayatımızda sürekli diri tutmak olmalıdır. Sözün sadece malumat vasıtası değil aynı zamanda bilgi ve hikmet, irfan ve marifet barındırması gerçeğini yeniden insanların hayatlarıyla buluşturmalıyız. Hiçbir teknolojik ilerlemenin manevi buhranlara çare olamayacağını da yine sözün gücüyle anlatmalıyız. İçinde bulunduğumuz çağda müminler olarak “güzel söz sadakadır.” buyuran Allah Resülü’nün sözünden ilham alarak onu ölüm gelinceye kadar Allah’a sadık bir kul olmanın vazgeçilmez ilkesi kılmalıyız. Özetle kalemimizi ve kelamımızı, sözümüzü ve yazımızı özümüzle bütünleştirerek her durum ve ortamda insanlığın hayrına vesile olacak bir anlayış ve ahlakla kullanmalı, gerektiğinde susmayı en büyük erdem bilmeliyiz.