Son iki asırdır Müslümanların dünyadaki etki gücünü kaybetmesiyle yeryüzü her açıdan oldukça sancılı süreçlere, bireysel-sosyal bunalımlara, ideolojik kaoslara sürüklenmiştir. İnsanı tutarsız tesadüflerle izah etmeye çalışan ve sadece fiziki bir varlık olarak ele alan ideolojiler onu kapitalizme hazır hale getirmiştir. Böylece günden güne dünyevileşen, bencilleşen, haz ve konfor tutkusuna esir olan, kendini inandığı değerler ile değil sahip olduğu zenginlikler ile tanımlayan bir zihniyet öne çıkmıştır. Dünyanın büyük bir kısmında milyonlarca insan açlığın pençesinde hayatta kalma mücadelesi verirken bazı yerlerde obezite birincil meşguliyet olarak dikkat çekmektedir. Bugün dünyadaki açlığın ve sefaletin temel sebebi iklim ve coğrafya değildir. Bilakis servetin tekelleşmesi, yeryüzünün kaynaklarının pervasızca kullanılması, adaletin yok sayılması, infak ahlakının değil sömürü sisteminin egemen olmasıdır.

Daha yaşanabilir bir dünya ve daha iyi bir gelecek için insan,  öncelikle varoluşu, evreni ve hayatın gayesini yeniden tefekkür ederek varlığın gerçek anlamını idrak etmek zorundadır.  Mekke cahiliye döneminde olduğu gibi serveti tekeline alarak şımarmayı değil, şükür ile paylaşarak yücelmeyi hedef edinmek durumundadır. Medine’de olduğu gibi hayatı iyilik ile yeniden inşa etmenin yollarını bulmak zorundadır. Zira dünyada iyiliğin ve kötülüğün hâkimiyeti insanın tercihlerinin ve gayretinin neticesidir.

Diğer yandan iyilik ve infak ahlakını yaşayamayacak hiç kimse yoktur. Yani herkesin iyilik ve infak adına yapabileceği bir şey mutlaka vardır. Peygamber efendimizin ifadesiyle; “yarım hurma kadar bile olsa” (Buhari, Zekat, 10; Müslim, Zekat, 20 (1016) paylaşmak mümkündür. Bir tebessüm en güzel yardımdır. Başkalarının iyiliğini isteyen bir kalbe ve duaya sahip olmak bir iyilik nişanesidir. Bu manada zekât zenginlere hitap eden bir mecburiyettir. Ancak sadaka ve iyilik herkesin yapabileceği kaçınılmaz bir sorumluluktur.

İslam’ın, huzur ve güvenin teminatı olarak insanlığa teklif ettiği infak, iyilik ve yardımlaşma ahlakının iki boyutu vardır.

Birincisi bireysel olarak bu güzellikleri bir hayat tarzı haline getirmektir. Mümin başkasının hayatına iyilik ve güzellik kattığında huzur bulan, paylaştıkça nimetin lezzetini duyan, infakın arınmak ve bereket olduğunun farkında olan insandır. Cimrilik ise insanın mutluluk ve gelecek arayışında yaptığı en talihsiz tercih, selim fıtratına kayıtsızlık ve kalbine karşı kötülüktür. Dizginlenemez bir ihtirasa dönüşen mal tutkusu, yığdığı servetiyle tatmin arama talihsizliği, zenginliği ile ebedileşme hayali kurma, insanın kadim, hazin ve ne yazık ki her dönem en büyük aldanışıdır.

İkincisi ise bu güzellikleri organize ederek bütün yeryüzünü kuşatacak kadar büyütmektir. “İyilik ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” (Maide, 5/2)  emr-i ilahisi aynı zamanda iyilerin organize olarak iyiliğin gücünü artırmalarının gereğini beyan etmektedir. Nitekim iyiler organize olmaz ise kötülerin hâkimiyeti kaçınılmazdır. İyiliğe gönül ve emek verenler gönüllerini ve emeklerini birleştirmek zorundadır.

Huzur ve güvenin yürekleri kuşattığı, rahmet ve merhametin dalga dalga yayıldığı, adalet ve hakkaniyetin vazgeçilemez değer olduğu, muhabbetin bir bahar iklimi gibi her yerden hissedildiği bir toplum ve dünya elbette mümkündür. Mesele buna inanmak, gönül vermek, bilgi, sabır, feraset ve azimle mücadele etmektir.

- - - -