İSTİÂNE İLE İSTİÂZE ARASI KUR’AN YOLCULUĞU

Kur’an-ı Kerim Allah (c.c)’ün insanlığa gök sofrasından son ikramı. Kur’an ruhlarımızın gıdası ve hayatımızın anlam haritası. Yaratılışımızda bize ruhumuzu üfleyen Rabbimiz bir de o ruha gıda olmak üzere yine ruh olarak nitelediği Kur’an-ı Kerim’i inzal etmiştir. “İşte böylece sana da kendi buyruğumuzla bir ruh (Kur’an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun; ama şimdi onu, dilediğimiz kullarımızı sayesinde doğruya eriştirdiğimiz bir ışık kıldık. Hiç şüphe yok ki sen doğru yolu göstermektesin.” (Şûra:42/52). Bu âyet-i kerimenin beyanına göre Kur’an bir ruhtur. Nasıl ki, ruhunu kaybeden bedene artık ceset muamelesi yapılıyorsa, kitabından mahrum birey ve toplumlar da aslında manevi ölümü yaşıyor demektir. Ancak, yaratılışımızda üflenen ruh ile Hz. Peygamber (s.a.v)’e indirilen ruh (Kur’an) buluştuğunda, işte o zaman insan var oluş amacını idrak etmiş olacaktır.

Kur’an-ı Kerim bir dua ile başlar ve yine bir dua ile biter. Kur’an okuyan mümin de istiâne ile istiâze arası bir yolculuk yapar. İstiâne Allah’tan yardım talebi, istiâze de O’na sığınmak demektir. Fatiha sûresinin omurgası diyebileceğimiz şu ayet-i kerime ile istiânemizi yaparız: “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha: 1/5). Mümin kendini müstağni göremez, görmemelidir. Kitabımızın başındaki istiânemiz bir acziyet ve teslimiyet itirafımızdır. İnsan acizdir nefsine mağlup olur da sonradan pişman olacağı yanlışları yapabilir. Öte yandan, ne kadar samimi ve gayretli olsak da kullukta mükemmeli yakaladığımızı hiçbir zaman iddia edemeyiz. O nedenle, yüce kitabımıza istiâne ile başlarken hem isyana karşı mukâvemet, hem de itaatte muvaffakiyet talep ederiz. Hz. Peygamber (s.a.v) bir gün Muaz bin Cebel (r.a)’ın elinden tutarak şöyle buyurmuştu: “Ey Muâz, Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum. Sana her namazın sonunda: “Allahım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!” duasını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum.” (Ebû Dâvûd, Vitr 26). Öte yandan, Kur’an’a istiâne ile başlamak, onu doğru anlama hususunda da Allah’tan yardım talebidir. İdrak ve anlayış sapmalarının kişiyi nereye götüreceğini bu gün daha iyi anlıyoruz.

İstiâne şuuru Müslümanda daima diri olmalıdır. Zira, kendini yeterli görme zaafıyla istiâne eksikliğinin ne tür acı sonuçlarının olacağını da yine şu ayet-i kerimden öğreniyoruz: “Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.” (Tevbe: 9/25).

İstiâne ile başlayan Kur’an yolculuğumuz bazen bizi insanlık serüveninin başlangıcına götürür, bazen yolumuz kıssalara uğrar. Bazen sırf Rabbimizi tanıtan ayetlerle karşılaşırız. Derken, tanıdığımız ve iman ettiğimiz Rabbimizin ahkâmı çıkar karşımıza. Kur’an-ı Kerim içerisinde yürümek sanki birden fazla iklimi aynı anda yaşamak gibidir. Peş peşe gelen Cennet-Cehennem tasvirleri de sevinçle kederin yoğrulmuş halidir. Allah kelâmı olmanın sırrı da tüm bunların bir renk cümbüşünü andırırcasına uyum içerisinde harmanlanmış olmasında gizlidir sanki. Bu kadar konu zenginliğine sahip kitabımızı doğru anlayabilme adına en başında istiâne ile başlamak ne kadar da anlamlı değil mi?

Yüce kitabımızın sonunda da Felâk ve Nâs sureleriyle istiâzemizi yaparak tüm şerlilerin şerrinden sabahın Rabbine ve insanların ilâhı ve meliki olan Rabbimize sığınırız. Çünkü insan daima korunaklı bir sığınağa muhtaçtır. Allah’a sığınan da en güvenli korunağını bulmuştur. Her nimeti lütfettiği gibi istiâne ve istiâzemizi de lütfeden Allah’a sonsuz hamdolsun. Kur’an ayı Ramazan’ı uğurlamaya yaklaştığımız şu günlerde artık yavaş yavaş istiâzelerimizi de yapıyoruz. Elbette Kur’an-ı Kerim’le ilişkimiz Ramazan’la sınırlı değildir. Ramazan’da daha yoğun okuduğumuz mukabelelerimizle tazelediğimiz istiâne ve istiâze şuurumuzu tüm zamanlara yayma ödevimizi yeniden yüklenmiş olarak Tanrı misafiri Ramazan’a elveda diyoruz.

Her şeyin Allah’ın huzurunda şahitliğe duracağı gün Ramazan’ın da bir şahitliği olacaktır. Biz Ramazan’dan razıydık, elimizden geldiğince onu da razı etmeye çalıştık. Ramazan’ı da bizden razı ve lehimize şahit eyle Allah’ım!