Selman-ı Farisi aslen İsfahanlı. Mecusi bir babanın oğlu. Hakikat arayışı onu önce Şam’a, daha sonra Musul’a, oradan Nusaybin’e, oradan da Ammuriye’ye götürmüş. Ammuriye’de yanında kalıp eğitim aldığı rahip hastalanınca onun yönlendirmesiyle Hicaz’a doğru yola çıkmış. Rahip, Hicaz Bölgesinde bir peygamberin gelmesinin yakın olduğunu, onun bildiği üç özelliği olduğunu da anlatmış: Sadaka kabul etmez; hediye kabul eder ve sırtında, iki omzu arasında bir mührü var.

Selman-ı Farisi hakikat arayışını kendisi anlatıyor.

Hicaz bölgesine giderken anlaştığı kervanın kendisini köle olarak Yahudilere sattığını ve en sonunda satın alan Yahudinin onu Yesrib’e götürdüğünü anlatıyor.

Yesrib’de hurma bahçelerinde bir köle olarak çalışırken Hz. Peygamber (s.a.v)’in hicret ederek Kuba’ya geldiğini ve ona kendi biriktirdiği hurmalardan götürüp bir defasında önce sadaka dediğini, başka bir defasında hediye diyerek aradığı peygamberin o olup olmadığını anlamaya çalıştığını da anlatır.

Her iki alametin de var olduğunu anladıktan sonra, bir fırsatını bulup Efendimiz (a.s.)’ın sırtında peygamberlik mührünü de görünce kendini kaybeder, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sarılır ağlar ağlar…

İleriki yıllarda işte bu Selman-ı Farisi’yle aralarında hafif bir tatsızlık olan bir arkadaşı, Selman’ı mahcup etmek ister. Onun da bulunduğu bir mecliste olanlara sırayla sorar: "Ey filan! Sen kimsin, necisin? Soyun ne sopun ne?"

Kendisine soyu sorulan saymaya başlar: "Ben filan oğlu filanım. Filan kabiledenim."

O bitirince diğeri başlar.

Sıra asıl maksada gelmiştir. Selman’a sorar. "Senin soyun kim, sopun ney?"

Ne desin Selman?

Taa İsfahan’dan kopup gelmiştir. Medine’de hiç kimsenin tanımadığı bir bölgeden. Ailesini tanıyan yoktur, aşiretini bilen yoktur…

Hakikatin peşinde ömrünü tüketen Selman (r.a.), bulduğu hakikatin öğrettiği imanla cevap verir:

"Ben İslam’ın oğlu Selman’ım."

"Ben dalaletteydim Allah bana Muhammed (a.s.) ile hidayet verdi."

"Ben fakirdim Allah beni Muhammed (a.s.) ile zenginleştirdi."

"Ben köleydim Allah beni Muhammed (a.s.) ile özgürleştirdi."

Herhalde Selman’ın cevabı karşısında onu mahcup etmek isteyenler bin defa mahcup olmuşlardır.

Yaşananları öğrenen Hz. Ömer (r.a.) Araplar arasında çok bilinen nesebine rağmen "Ben Ömer’im. Ben de İslam’ın oğluyum ve Selman’ın kardeşiyim" demiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Selman bizdendir, Ehl-i beytimizdendir” diyerek onurlandırmıştır.

Üstünlük takva iledir.

"Sura üflendiğinde aralarındaki bütün soy sop bağlantıları kesilecek ve hiçbiri diğerine bir şey soramayacak" (Mü’minun, 101) buyurur Rabbimiz.

İzzet Allah’ındır.

İzzet Allah’tandır.