İslam yüce bir dindir ve onun üstünde hiç bir değer yoktur. Aynı şekilde İslam, hiç bir ideolojiyle mukayese edilmez, çünkü dengi yoktur. Bu yüzden anlatılması, öğretilmesi, uygulanması, savunulması farklıdır. Her şeyden önce, bu dinin sahibi ve koruyucusu çok güçlü ve her şeyi en ince detayına kadar bilen Allah’tır.

Cenab-ı Allah, “Kur’an’ı biz indirdik ve biz koruyacağız” buyurarak dinin sahibinin ve koruyucusunun kendisi olduğunu bildirmiştir. (Hicr, 9)

İslam ilk geldiği günden itibaren günümüze gelinceye kadar ne büyük saldırılara ve tuzaklara maruz kaldığı, buna rağmen hiç bir zarar görmeden günümüze kadar geldiği hepimizce malumdur. Bu da gösteriyor ki, bundan sonra da Kur’an’a kimse zarar veremeyecektir.

İslam kimseyi inanmaya zorlamıyor.

“Dinde zorlama yoktur” (Bakara,256).

“Sizin dininiz size bizim dinimiz bize “ (Kafirun, 6).

Müslümandan beklenen, ayrım olmaksızın bütün insanların hidayete ermesi ve kurtuluşa kavuşmasını istemektir. Bunun için de yapması gereken, insanları dine yaklaştıran, uzaklaştırmayan, sevdiren, nefret ettirmeyen üslup ve davranışlar içerisinde bulunmaktır.

Buna rağmen saldırgan tavır sergileyen veya hakaret edenler olursa, Hz. Peygamberin örnekliği üzerinden Kur’an-ı Kerim bize onlara karşı izlenilmesi gereken yolu da gösteriyor.

İlk dönemlerde İslam’a inanmayanlar, dinin öğreticisi Hz. Muhammed’i (s.a.s.) yalancılıkla suçluyor, Kur’an’ın O’nun uydurması olduğunu ileri sürüyor, Hz Peygamberi tehdit ediyorlardı. Hz. Peygamber bu durum karşısında çok üzülüyordu. Bunun üzerine Allah (c.c.):

“Onların sözlerinden ötürü üzülme, çünkü Allah çok güçlüdür, sana söylenen sözleri işitiyor ve biliyor.” (Yunus, 65) buyurarak elçisini teskin etmişti.

Hz. Peygamber (s.a.s.), herkesin Allah’ı tanımasını ve O’na iman etmelerini çok arzuluyordu. Dini öğretmek ve insanlara ulaştırmak olan görevini hakkıyla yerine getirmenin dışında hiç bir menfaat peşinde olmadığı halde, akıllarını çalıştırmayan, körü körüne dünyanın geçiciliğine kendilerini kaptırıp gerçeği göremeyen insanlara üzülürdü. Adeta, inançsız olmaları konusunda kendisini suçlar, sorumlu hissederdi. Tam burada Allah kendisini teselli etmek ve insan istemeden inanmanın gerçekleşemeyeceğini, gönülden olmadan zorla ve baskıyla iman etmenin ya da iman ettirmenin bir anlamının olmadığını öğretir:

“Eğer Allah isteseydi, yeryüzündeki bütün insanlar elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?

Allah’ın izni olmadan kimse iman edemez. Akıllarını güzelce kullanmayanlar inkarcı olur”  (Yunus, 99-100).

İmanın geçerlilik onayı Allah’a aittir. Gerçek iman ile sahte imanı bilen ve ayırt eden O’dur. Akıl nimeti değerlendirilirse hakikat bulunur, Allah da karşılığını verir. Kimse kimseyi, Peygamber dahi, imanlı yapamaz, iman etmiş birini de inkarcı yapamaz, bu konuda onay ve karar mercii Yüce Allah’tır.

Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığa gönderilmiştir. Ölüm vaktine kadar bütün insanlar hedef kitlesisidir. Can bedende bulunduğu sürece bütün insanlar Mümin olmaya adaydır. Her Peygamber döneminde, hatta zaman zaman günümüzde de din karşıtı tutum içerisinde yer alan, aşırı düşmanlık ve kin besleyen nice insanların saf değiştirdiğini, sonrasında birçok Müslümandan daha sağlam ve güzel Müslüman olduğunu okuduk ve tanık olduk. Bu bağlamda “Ne oldum değil, ne olacağım” deyimi sanki bu tecrübeyi anlatıyor. Dolayısıyla, inanmayanlara karşı Müslümanın duruşu daima ölçülü, umut vari, sevdirici olmalı, nefret ettirici davranıştan uzak durmalıdır.

Allah (c.c.), Firavun’un inanmayacağını elbette biliyordu. Buna rağmen dönenim Peygamberi Hz. Musa ve kardeşi Harun’a:

“Firavun’a gidin, o azdı. O’na yumuşak söz söyleyin. Belki aklını başına alır veya korkar.”(Tâhâ, 44). diyerek, din karşıtı olanlara karşı öncelikle nasıl yaklaşılması gerektini öğretmiştir.

Dünyadan nice zalimler gelip geçmiştir. Azımsanmayacak derecede çok sayıda olmalarına rağmen Kur’an’da ismi zikredilen zalim sayısı parmak sayısını geçmez ve biri de Firavundur. Allah, Firavun’a bile yumuşak ve tatlı dille yaklaşılmasını emretmiştir. Dine hakaret edenler hakkında öncelikle, akıllarını başlarına almaları veya ölüm ötesini idrak edip karşılaşacakları gerçek karşısında korkmaları umut edilmelidir. Elbette ki hakaretlere karşı hak ve hakikat savunulacak, ancak imanın dokunamadığı kalp ve işlevsiz akıl sahipleri, güneş gibi aydın olan hakikat karşısında yine tökezleyecekleri unutulmamalıdır.

Dini öğretmenin dışında bir amacı olmayan rahmet Peygamberi, kendisini taşlayarak kovalayanlar hakkın da:

“Allah’ım! Onlar doğruyu bilmiyor, bu yüzden ne yaptıklarını da bilmiyorlar. Sen doğru yolu bulmalarına yardımcı ol” şeklindeki dua ile verdiği karşılık, İslam’ın insanlara yaklaşımını bize net bir şekilde göstermektedir.

Dine hakaret eden o dinin sahibi Allah’a hakaret etmiştir. Allah’ın dinine inandığı için Müslümana hakaret eden de yine Allah’a hakaret etmiş sayılır. Allah isterse o kimseyi anında cezalandırabilir. Çünkü O çok güçlüdür. Ancak Rahman olan Allah, o kulunun aklını başına alması için bu dünyada mühlet veriyor. Allah’a inananların da, akıl tutulması yaşayanların bir gün akıllarını başlarına alabilecekleri ihtimalini düşünmeli, onların düştükleri acınacak bu hallerine onlar adına üzülmelidir.

Bütün insanlar, ya Müslümandır; ya da Müslüman olmaya adaydır.

İnanmanın önündeki en büyük engel ise akıl tutulmasıdır, aklı kullanmamaktır.