Saygın ve üstün vasıflarla donatılmakla birlikte, aynı zamanda çeşitli zaaflarla yüklü bir varlık olarak dünyaya gelen insanoğlu, yeryüzü serüveninde hayatını idame ettirmek için maddi ve manevi yönden başkasına ihtiyaç duyan bir varlıktır. Bu durum, insanlar arası ilişkilerde karşılıklı yardımlaşmayı zorunlu kılmaktadır. Dünya ve ukba rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in; “…Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık…” (Zuhruf, 43/32) ayetiyle tahkim edilen bu husus, sosyal bir varlık olan insanın toplum içerisinde yaşamasının tabii neticesidir. Hal böyleyken, madde ve mana ilişkisini makul bir bütünlük içerisinde ele alarak insana dünyada asil bir yaşayış, ahirette de sonsuz huzur vaat eden ideal hayat nizamı İslam, özellikle zayıfları, güçsüzleri, kimsesizleri, yetimleri, yoksulları himaye edecek kurallar getirmiş, onların toplumla bütünleşmelerini sağlamak ve yaşam zorluklarını iyileştirmek için gerekli önlemleri almıştır. İslam’ın hedeflediği toplumun en bariz özelliklerini de açıkça ortaya koyan söz konusu boyut, Müslümanlar açısından bir iman ve kulluk sorumluluğudur. Nitekim Kur’an ve sünnetten neşet eden bu ideali özümseyen Müslümanlar, bu üstün anlayışı, asırlardır devam eden pratiklerle gündelik hayatın bir parçası olan tabii davranışlar haline getirmişlerdir. Söz konusu husus derinlemesine incelendiğinde, mülkün yegâne sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın muradının bu doğrultuda olduğu görülecektir. Zira Yüce Allah, nimetlerle lütufta bulunduğu kuluna, faydalandığı her şeyde ihtiyaç sahiplerinin de tasarruf yetkilerinin bulunduğunu bildirmiş ve onlara bu imkânın sağlanmasını emretmiştir. “Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır” (Zâriyât, 51/19) ayeti de sözü edilen hususu açıkça beyan etmektedir.  

Toplumdaki ihtiyaç sahiplerinin tüm boyutlarıyla korunması konusunda gündeme gelen “infak” kavramı, öncelikle insan olmanın gereği bir eylemdir. Çünkü Rabbimizin, katından lütuf olarak zengin kıldığı bir kimsenin, maddi ihtiyaçlarını temin etmede doyum noktasına ulaşmasından dolayı dünya üzerinde bir anlam problemi yaşaması imkân dâhilindedir. İnsanoğlunu bunalıma sürükleyip dinin hedeflediği istikametten alıkoyabilecek bu menfi durumu, ancak yardımlaşma, paylaşma ve infak ahlakı, manevi tatmin duygusuna, vicdan huzuruna dönüştürecektir. Bu bağlamda, her durumda olduğu gibi infak ve yardımlaşma hususunda da bizlere bir bilinç, farkındalık ve en güzel örneklik bırakan Hz. Peygamber (s.a.s.), kişinin aşırı mal hırsını frenleyecek, onu başkalarının sıkıntılarını paylaşarak huzur bulacak bir ruh ve zihin yapısına kavuşturacak evrensel ilkeler ve eşsiz reçeteler getirmiştir. Nitekim “Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır” (Buhârî, Zekât, 18) buyurarak infak eylemine beşeri ve sosyal yönden ideal bir fonksiyon yüklemiş ve müminleri Allah’ın rızasını elde etmede herkesin kazanacağı bir hayır yarışına sokmuştur. Bu meyanda Rabbimiz de müminlerin kulluk yolcuğundaki motivasyonunu artırmak için; “Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir” (Bakara, 2/265) ayetiyle emsal getirip infakın sadece bir iyilik eylemi olmayıp kulluk vazifesi olduğuna dikkat çekmiş ve bu görevi başarıyla yerine getirenlerin elde edeceği bereketli mükâfata işaret etmiştir.

Kişinin sahip olduğu maddi ve manevi her tür nimetten başkalarını da yararlandırmanın ifadesi olan infak; medeniyetimizin ve Müslüman hayatının en önemli tezahürlerindendir. Zira bilgi, hikmet ve marifet rükunları üzerine oturmuş, iman, kulluk ve güzel ahlakla tezyin edilmiş İslam medeniyeti esas itibariyle bir infak medeniyedir. Bu çerçevede; “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz…” (Âl-i İmrân, 3/92) ayetini kuşanan her bir Müslüman, infakı ahlakın ve medeniyetin kurucu değerleri arasında görmüştür. “… İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın…” (Mâide, 5/2) ayetiyle toplumsal iyilik bilincini özümsemiş ve İslam düşüncesini insanlığın umut ve ufuk merkezi haline getirmiştir. Bu yönüyle infak, medeniyetin varlık sebebi ve toplumsal hayatta yüce dinimiz İslam’ın temsil yönünü oluşturan mühim bir şiardır. Dolayısıyla Müslümanlar yardımlaşmayı ve infakı hayatlarının merkezine yerleştirmiş, sahip oldukları ilmî/iktisadi birikimlerini her daim başkalarıyla paylaşmış ve bu asil eylemi asla tahakküm aracı hâline getirmemişlerdir. Bu itibarla İslam medeniyeti, vermenin hazzına ulaşmış insan topluluklarının var ettiği değerler bütünüdür. Aksi takdirde, bu duyguyu idrak edememiş, cimriliğe saplanmış, israf ve lüks çıkmazında debelenen fertlerden oluşan bir toplumun dünyaya huzur ve güven veren bir müktesebatı var etmesi imkânsızdır. Bu meyanda, yeryüzünü imar etme görevini hakkıyla yerine getirmiş eslafımızın varisleri olarak iktisadi infakın yanında bilgiyi elde etme, güncelleme ve nihayetinde ahlaka dönüştürüp infak etme hususunda da muhkem ve sürekli bir bilinci oluşturmamız elzemdir.

Herkese imkânı nispetinde iyilikte ve yardımda bulunma duygusunu tattırıp sekineti takdim eden ve nihayetinde bireyi takvaya, toplumu da sosyal ve iktisadi açıdan şahikaya ulaştıran infak, Yüce kitabımız Kur’an’ın ana konusunu teşkil eden tevhit ve Allah’a ibadetle birlikte ana-babaya iyilik etmenin devamında, insanı istenen hedefe ulaştıracak iyi işler cümlesindendir. İnfak duygusu, insandaki ulvi hislerin harekete geçmesinin, nefsin tezkiyesinin, zihin ve gönlün hakikate açılmasının ve böylelikle insan-ı kâmil olmanın değerli vesilelerindedir. Fakat dünyevileşme ve bireyselleşmenin hayatı kuşattığı, vahdet şuurunun örselendiği, tüketimin kendini ifade biçimi olarak görüldüğü, maddiyat düşkünlüğü, güç ve çıkar tutkusunun, özenti ve gösterişe dayalı hayatların öne çıktığı günümüzde; insanlığın sürüklendiği sonu gelmez arzu, istek ve ihtiraslar, infak ve yardımlaşmanın önündeki en zorlu engellerdir.  Bu sebeple, insanın dünyasıyla ilişkisini doğru şekilde anlamlandırması ve güzel ahlak ile kemale ulaşması için infak eşsiz bir fırsattır. Öte yandan bu İslami düstur, insanın kendinden eksilterek başkasını tamama erdirme boyutuyla, kişiyi Yüce Allah’ın eliyle dünya ve ahiret selametine sevk eden muazzam bir imkândır. Allah Rasülü’nün; “Müslüman Müslümanın (din) kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu düşman eline vermez (himaye eder). Her kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Her kim de bir Müslümanın bir sıkıntısını giderse, bu sebeple Allah da onun (bu iyiliği) sayesinde kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir…” (Buhârî, Mezâlim, 4) ifadesi de vurgulanan hususu açıkça teyit etmektedir.  

Bu noktadan hareketle ifade edelim ki, nurlu gölgesi üzerimize düşmeye başlayan, sürekli ve kuşatıcı bir kardeşlik zemini oluşturarak ibadet, kültür ve medeniyet yaşantımıza sayısız güzellikler katan mübarek Ramazan ayı infak, yardımlaşma ve paylaşmaya dayalı mutedil bir hayatı merkeze almak, derinlikli ve kapsamlı bir muhasebe ile hatalardan kurtulmak için eşsiz bir fırsattır. Bu vesileyle rahmet, mağfiret ve kurtuluş iklimi Ramazan ayının bütün müminler ve insanlık için gerçek anlamda iyiliğe ulaşma adına daha güzel bir hayatın ve dünyanın inşasına vesile olmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyorum.