Sahabe denilince zihinlere genellikle yaşça çok büyük kişiler gelmektedir. Bu yanılsamada “sahabe” isminin büyüklüğünün etkili olduğu aşikardır. Fakat yaşı büyük olan sahabiler olduğu gibi, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) destek olmuş ve ona arkadaşlık etmiş genç hatta çocuk yaşta denilebilecek kişiler de bulunmaktaydı. İman edenler için en güzel örnek olan Hz. Peygamber’in (Ahzab 33/21) dostluğunu kazanmış ve onun manevi rehberliğinde yetişmiş olan bu gençlerin, günümüz gençliğine örnek olarak sunulması ve anlatılması elzemdir. Bu bağlamda gençlere, Hz. Peygamber’e arkadaşlık yapabilecek yaşta oldukları ve ümmeti olmakla övündükleri Rasûl-i Ekrem’e çok yakın oldukları hissettirilmelidir. Din ve ahlakın, ibadet ve takvanın, yaşlılık dönemine ait hasletler olmayıp genç sahabilerin örnekliğinde bir yaşam biçimi olduğu aşılanmalıdır. Zira Hz. Peygamber “neşeyi Rabbine ibadette arayan gençlik” (Buharî, Ezan, 36) idealini ilk önce kendi arkadaşlarına mihmandarlık yaparak gerçekleştirmeye çalışmış ve onları gelecek nesillere en güzel örnek olarak miras bırakmıştır.

Popüler kültür, çağın gençlerine farklı idoller empoze etmekte, içsellikten ziyade dışsallığı rol model olarak sunmaktadır. Bunun neticesinde dış görünümü birbirine benzeyen nesiller, aynı görsel hareketleri sergileyen gençler ve konuşma tarzlarıyla adeta birbirinin kopyası olan kişiler meydana gelmektedir. Rol hayatlarla dışa dayalı olan bu benzerlik, imitasyon olduğunu hemen belli etmekte ve içi boş, dış kabuğu güzel şekiller oluşturmaktadır. Halbuki rol ve sanal hayatları taklit etmek yerine gerçek yaşamlarıyla güzel şahsiyetleri örnek alabilmek, gerçek ve bilinçli nesillerin yetişmesine zemin hazırlayacaktır. Kökleri, Hz. Peygamber ve onun güzide ashabı ile beslenen, dalları ile çağa güzel meyveler sunabilen genç kuşakların yetişmesi, çağın gençleriyle ashabın gençlerinin kaynaşması ile mümkün olacaktır. Işık saçan bir kandil olan Hz. Peygamber’in (Ahzab 33/46) nuruyla aydınlanan gençlerin, günümüz gençliğine elbette söyleyecekleri sözleri vardır. İnancı uğruna her türlü fedakarlığı göze olan o neslin, çağdaş nesle elbette örnekliği olacaktır.

Fedakârlık denilince akla gelen ilk gençlerden biri de simasıyla Hz. Peygamber’i andıran, ahlakıyla ona benzeyen Musab b. Umeyr’dir. Hz. Peygamber’in bu genç arkadaşı, İslamiyet’ten önce yüz ve saç güzelliği bakımından Mekke’nin en güzel genciydi. Ailesi, Mekke’nin zengin ve itibarlı ailelerinden olup çocuklarını çok severdi. Ailesinin sağlamış olduğu geniş maddi imkanlar neticesinde Mus’ab (r.a), en güzel elbiseleri, dönemin en kaliteli ayakkabılarını giyer ve en güzel kokuları kullanırdı. Bu noktada Mekke’nin en beğenilen kişilerinin başında gelirdi. Zira Hz. Peygamber “Mekke’de Mus’ab b. Umeyr’den daha güzel saçlı, ondan daha güzel elbise giyen ve nimetler içinde yüzen birini görmedim!” diyerek onu yâd ediyordu. Maddi refah içinde yaşayan bu genç, bir gün Hz. Peygamber’in, Erkam’ın evinde gerçekleştirmiş olduğu davetinden haberdar olur. Hemen oraya yönelir ve Rasulullah’ın bildirdiklerini tasdik ederek Müslüman olur. Fakat ailesinin ve kavminin vereceği tepkiden çekindiği için imanını onlardan saklar ve Hz. Peygamber’in yanına ailesinden habersiz olarak gizli gizli gidip gelmeye devam eder. Osman b. Talha adlı kişi bir gün bu genç sahabîyi namaz kılarken görür ve bu durumu hemen onun ailesi ve kavmine haber verir. Bunun üzerine ailesi, Mus’ab’ı kınar, onu hapseder ve Müslümanlarla birlikte olmasını engellemeye çalışır. Girmiş olduğu bu yeni dinden dönmesi için ellerinden geleni yapmalarına rağmen bu genç sahabi asla geri adım atmaz. Bu kötü durum bir müddet devam ettikten sonra Mus’ab, Habeşistan’a hicret eden ilk grup ile Mekke’den ayrılır. Daha sonra Mekkelilerin İslâm’ı kabul ettiği yönünde haberlerin yayılması neticesinde Mekke’ye dönüş yapar. Fakat İslamiyet öncesi sahip olduğu dış güzellik bozulmuş ve o eski zarafeti kaybolmuştu. Onun bu halini gören annesi ona acımış ve artık onu kınamaktan vazgeçmiştir. (Bkz. İbn Sa’d, III/86) Aslında Mus’ab, İslam’ın nuruyla aydınlanmış ve içi pırıl pırıl bir Müslüman olarak eski halinden daha memnun bir ruh hali içinde yaşamakta idi. Zira o, Allah ve Rasulünün sevdasıyla sahip olduğu dünya menfaat ve itibarını elinin tersiyle itip bu yola gönül vermişti. Dolayısıyla artık onun için eski hayatının kayda değer bir anlamı kalmamıştı.

İlk Müslümanlardan olan ve İslamiyet’i içselleştiren bu genç sahabi, hicrete zemin hazırlayan, Yesrib’i Medine’ye dönüştüren süreçte önemli bir görev ifa etti. Resûl-i Ekrem, Medinelilerin isteğiyle Akabe biatından sonra onu İslâm tarihinin ilk muallimi olarak görevlendirdi. Onun göstermiş olduğu verimli çalışmalar vesilesiyle İslam devletinin temellerinin atılmış olduğu Medine şehrinin kapıları, Müslümanlara açılmaya başladı. İlk muallim olarak Medine’de eğitim ve tebliğ faaliyetlerinin sancaktarlığını yapan bu genç sahabi, Bedir’de Muhacirlerin, Uhud’da da tüm Müslümanların sancağını taşıdı. Uhud Gazvesi’nde Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmayıp sancaktarlık görevini yerine getiren Mus‘ab, Resûl-i Ekrem’i yaralayan İbn Kamîe’nin kılıç darbeleriyle her iki eli de kesilince sancağı kollarıyla göğsüne bastırarak dik tutmaya çalışırken yine onun mızrağıyla şehit düştü. Savaştan sonra şehitler defnedilirken Hz. Peygamber, yoksul bir kıyafet içindeki Mus‘ab’ı yanındakilere göstererek onun bir zamanlar en güzel elbiseleri giydiğini, en güzel yemekleri yediğini fakat Allah ve Rasülünün sevgisini her şeye tercih ettiğini söyledi. (Bkz. DİA, Mus’ab b. Umeyr, XXXI/226) Zira o şehit düştüğünde onu saracak bir kefen bulunamamış, bedenini hırkasıyla örtmeye çalıştıklarında önce ayakları açılmış, hırkayı ayaklarına çekince ise başı açıkta kalmış; nihayetinde başını örtüp ayakları üstüne de ot demeti koyarak onu defnetmişlerdi. (Buhâri, Cenâʾiz”, 27; Müslim, “Cenâʾiz”, 44)
İşte Allah ve Rasulünü, sahip olduğu her türlü nimet ve itibara yeğleyen bu genç sahabi, çağımızın gençliğine gerçek bir örnek ve rol model olarak hakikati haykırmaya gür sedasıyla devam etmektedir. Bu dava uğruna her şeyden vazgeçerek gerektiğinde muallim, gerektiğinde muhacir, gerektiğinde mücahit olunabileceğini çağın Mus’ablarına ilan etmektedir.