Hürriyet Allah teâlânın insanoğluna bahşettiği bir lütuf ve nimettir. Ancak, her nimeti ölçülü kullanmak gerektiği gibi hürriyetin de belli başlı sınırları vardır. Nitekim, ister insanların kendi yaptıkları hukukî düzenlemelerde olsun isterse ilâhî hükümlerde olsun insanlık tarihi boyunca tüm toplumlarda bir takım kısıtlamalar hep olagelmiştir. Bu hem bireyin kendi menfaati açısından hem de kamu menfaati açısından bir zorunluluktur. Başka hiç bir gerekçe olmasa bile, gücü, kuvveti, algısı ve kapasitesi sınırlı insanın sınırsız özgürlüğe talip olması kendini zora koşması ve kendine haksızlık etmesi demektir. Öte yandan, her hangi biri bir başkasının hukukunu çiğnediğinde o kişiye dur denilmesi son derece doğal ve olması gereken bir durumdur. Bir de kişinin Rabbiyle ilişkisini düzenleyen, bireyi bazı konularda sınırlayan ve ona bir takım ödevler yükleyen ilâhî emir ve yasaklar vardır.

Kur'an-ı Kerim'de bu konu hudûdullah kavramıyla ifade edilir ve on üç yerde hudûdullaha riayetin önemi vurgulanır. Pratik hayatımızdan örneklendirecek olursak, Hz. Peygamber (s.a.v)’in; “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri (mâlâyâniyi) terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir” (Tirmizi, Zühd, 11) hadisi şerifi bize müminin ilgi alanının bir sınırı olması gerektiğine dair önemli bir ipucu verir. Öte yandan, İsra sûresi 23-40. ayetler arası âdeta bir hudûdullah eğitimi yapılır ve “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur” (İsra:17/36) fermanı bize tüm benliğimizle Allah’ın belirlediği sınırlar içerisinde kalmayı öğütler.

Yuvaların nikâh zemininde kurulması, olası bir geçimsizlik sonucu boşanmadan başka çare kalmamışsa onun da yine İslâmî ölçülere göre yapılması (Talâk: 65/1), miras paylaşımında pay sahiplerinin hakkına riayet (Nisa: 4/13), ekonomik işlemlerimizde faizden sakınmak, ölçü tartıda titizlik birer hudûdullah duyarlılığıdır. Allah’ın sınırlarını ihlal etmek O’na karşı savaşın tarafı olmak demektir. Nitekim faiz özelinde bu hususu Rabbimiz şöyle ifade eder: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terk edin. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlü ile savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.” (Bakara:2/278-279).

Hz. Peygamber (s.a.v.); "her kralın bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlardır" buyurmuştur. (Müslim, Müsâkât;107). O koruluğa dalma riskini bertaraf etmek için hudûdullaha yaklaşmamak gerekir. Allah (c.c)’ün belirlediği sınırlara riayet bilincimizin yenilenerek güçlenmesi adına içinde bulunduğumuz Ramazan ayı da bir fırsattır. Zira, Ramazan talimatnâmesi diyebileceğimiz şu ayet-i kerimenin sonunda da hudûdullah vurgusu dikkatimizi çeker. "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar." (Bakara: 2/187).

Hudûdullahı çiğnemek zulümdür. Çünkü Allah (c.c.); "Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur" (Talâk: 65/1) buyuruyor. Hz. Peygamber (s.a.v) de şu hadisi ile zulmün her çeşidinden sakındırıyor: “Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır.” (Müslim, Birr 56) O halde mümin, İslâm'ın kırmızı çizgilerini aşmamaya özen gösteren ve her bir şerit ihlalinin en başta kendisine yaptığı bir zulüm olduğunu bilen insandır.  Aslında hudûdullaha saygı Allah'a saygı demektir.  Allah'a ve O'nun çizdiği sınırlara hürmetkâr olana da Allah saygınlık kazandırır. Saydığımız kadar sayılır, sevdiğimiz kadar sevilir ve dikkate aldığımız kadar dikkate alınırız. Allah’ın sınırlarına razı olmayan kişi görünürde sınırsız bir özgürlük yaşıyor gibi olsa da farkına varmaksızın, sınırlarını sahte ideolojilerin çizdiği bâtıl bir hayat yaşıyor demektir. Halbuki mümin özgürlüğün tadını Hakk’a kullukta bulur. Elhasıl bizim için yegâne fıtrî ve mâkul sınırlar bizi yaratanın çizdiği sınırlardır. Çünkü bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz bize uymayan sınırlar çizmiş olamaz.