Coğrafyası, dili, rengi, ırkı farklı Müslümanların aynı his ve heyecanı yakından tattığı hac ibadetinin her müminin gönül dünyasında ayrı bir yeri vardır. Kabe’yi görmek, Hazreti Peygamber ve arkadaşlarının aziz hatıralarının bulunduğu bu kutsal toprakların havasını teneffüs etmek, her müminin hayalini süslemiş, rüyalarına girmiştir.

Müminlerin dünyasında böylesi bir anlam taşıyan bu müstesna yolculuk şiirlere, hikayelere kısacası sanata da yansımıştır. Diyanet Haber olarak bu kutlu yolculuğu, yazar Abdulbaki İşcan’la, hac yolculuğuna çıkacak mümin gönüllere bir yol arkadaşı olması niyetiyle kaleme aldığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasında yer alan “Yolu Güzel Yürümek” kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Ne kadar ayrı düşülse o kadar büyüyen bir hasretin ince damarlarına uzanmayı arzuladı harfler, ruhun ait olduğunu hissettiği mekânlarda dolaştı. Heceler, birkaç damla su için çeşmelerin lülelerine dudaklarını dayadı. Kelimeler, onurlu bir derdin peşine düştü de yağmur bulutlarını beklemeye koyuldu. Murad edildi ki cümleler manalı bir âlemin muhabbet arayışlarını çoğaltsın da yer bulduğu sayfalar kutsal yolculuğa çıkmayı arzulayanlara, çıkanlara yâren olsun.”

Bu cümlelerle başlıyor güzel bir yolculuğun ilk sayfaları… Yolu Güzel Yürümek, İşcan’ın kendi ifadesi ile “Solgun yüreğimize huzur bağışlayan bir çağrıya cevap vermek üzere yola koyulan bir kalbe yol arkadaşı olması ümidiyle” kaleme alınmış. Zorluğun ve yorgunluğun içinde kaybolmadan, içimizdeki çorak ülkeden bereketli diyarlara ulaşma çabasında…

İşcan’la vahyin ilk nazil olduğu şehirlerin anası Mekke’de gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi istifadelerinize sunarız.

İnsan Kâbe’yi gördüğünde niye ağlar?
Kâbe’ye baktığında niye gözyaşı döker insan?
“Öz ağlamayınca göz ağlamaz” mış, ondan mıdır bu halin?
Ne diye onunla sohbete başlar onu gören?
El, ayak tutmaz olur ne diye?
Baş öne düşer, mahcuptur insan ne diye?
Ne diye uzun uzun secdelere kapanır onu kalbine düşüren; onu seyreden, kıyamına kıyam ekler ne diye?
Bunlar işte, gönlüne yer eden “ne diye”lerin cevabı, sana iyi gelecek şeyler. Şifa niyetine…
Seni huzura kavuşturacak kısa yollar…
Cevabını kendinden başka kimsenin veremeyeceği sorular.

“Yolu Güzel Yürümek” oldukça sıcak bir ifade.

Evet, onun sıcaklığı inanmış gönüller için kutsal beldeye doğru yapılan yolculuğun ve kat edilen yolun değerli olmasından kaynaklanıyor. Aslında yol ve yolculuk, dünya edebiyatında geçmişten bugüne kullanılagelen başlıca temalardan biri olmuş, bazı sanat eserlerinin temel dayanağını dahi oluşturmuştur. Edebiyattan sinemaya, resimden mimariye, müzikten tiyatroya kadar farklı sanat dallarında işlenen yol ve yolculuğun bir amaç olarak; değişimi, arayışı, kaçışı ve kavuşmayı ihtiva ettiğini söyleyebiliriz. Edebiyatın kendisi bir yolculuktur zaten. İnsan bilincinin, belleğinin, hafızasının bir sefere çıkması… Duygu ve düşüncelerinin yolculuğu… Söz, kelimeler ve cümleler aracılığıyla gerçekleştirilen bir yol alış… İnsanın ruhunda, gönül dünyasında meydana gelen fırtınaların, başka iklimlere, başka mekânlara, mümkündür ki başka zamanlara doğru ilerleyip kendini göstermesi… Bu sebeple dünya edebiyatının neredeyse her sayfasında onun izine rastlamak, onun etkisini görmek fazlasıyla mümkündür.

Bu etki genelde yolun ve yolculuğun zorluğu olarak karşımıza çıkıyor. Yol ve yolculuk mutlaka zor mudur, zor olmak mecburiyetinde midir?

Yolculuğun bir gitme hali, bir kavuşma vasıtası olarak kendi içinde kurallarının olması doğaldır ki onu meşakkatli durumdan kurtarmamaktadır. Belki de bu meşakkat, onu daha da merak uyandıran bir konuma yerleştirmekte, daha esrarengiz hale getirmektedir. Zorluklarla dolu olsa da bu yolculuk insanın özüne, kalbine yaptığı bir yolculuk olduğundan, hedeflenen ve ulaşılması umulan vadiler, mekânlar, maceralar; öğretmesi murad edilen ve beklenen hikâyeler, öğütler, sonraki güne bırakılacak anılar onu bu kadar cazip hale getirir. Şu da var ki onu zorlaştıracak olan da kolaylaştıracak olan da yolcunun kendisidir. Hak edilmiş bir yol, hak etmiş bir yolcu için en büyük mutluluktur. Yolun güçlüklerine karşı insana hediye edilen ise sabırdır.

Burada önemli olan her hâlükârda niyettir. Muhakkak ki yol için bir niyetiniz olmalıdır. Yola çıkmakla çıkmamak arasındaki fark da, zorluklara katlanmak ve katlanmamak arasındaki tercih de yine niyetle ilgilidir ve bu şekilde kendini gösterir. Bu yüzden olsa gerek yolun değeri niyetle anlaşılır, derler. Ve bir kere yola düştünüz mü artık onu yok saymanız mümkün değildir.

Sayamayız çünkü yola çıkarak yeni bir hayata başlamış oluyorsunuz.

Evet, yola çıkmak bir başlangıcı, aynı zamanda eskisi gibi olmamayı ifade eder. Nasıl acı çekmiş bir insan eskisi gibi değilse, yola koyulmuş bir insan da artık o eski insan değildir. Bir yola girdiyseniz eğer yolcusunuzdur. Belirli bir zaman içinde ve mekâna yönelik yapılan hac yolculuğu da elbette ki sıradan bir yer değiştirme hadisesi değildir. Değildir çünkü hac yolculuğu tamamlanmak içindir ve insanı yani yolcuyu olgunlaştıracak, onu değiştirip/dönüştürecek, nihai amacına taşıyacak erdemlerle, değerlerle donanmıştır.

Bu kutlu yolu güzel yürümek için neler gerekli?

Sıradan bir seyahat olarak göremeyeceğimiz bu yolculukta karşılaşılanlar yolcuyu geliştiren, olgunlaştıran, ziynetlendiren unsurlardır. Yol boyunca çeşitli engeller, karmaşalar, dağılmalar olabilir elbette. Bu her yolculuk için geçerlidir. Bu güzel yolculukta yanınızda bulundurmanız gereken en hayırlı azık şüphesiz ki takvadır. Takva olmazsa olmaz yol arkadaşınızdır. Yolda kalmaktan, yoldan sapmaktan kurtulmak için yol ahlakına ilişkin sebat, sabır ve metanet gibi unsurları da yol boyunca azık olarak heybenizden eksik etmemeniz gerekmektedir.

“Yolu Güzel Yürümek” neyi amaçlıyor?

Yolu Güzel Yürümek, dünya hayatının keşmekeşliğinden, hengâmesinden kurtaracak olan bir çağrıya, solgun yüreğimize huzur bağışlayan bir seslenişe cevap verme düşüncesiyle kaleme alındı. Kutlu yola koyulan bir kalbe yol arkadaşı olması ümidiyle yazıldı yani. Sizin de fark edeceğiniz gibi “Yolu Güzel Yürümek” kutsal yolculuk ile ilgili bilinmesi gerekenleri teferruatlarıyla anlatmıyor. Hac ile ilgili bir ilmihal, bir rehber de değil. Zorluğun ve yorgunluğun içinde kaybolmadan, içimizdeki çorak ülkeden bereketli diyarlara ulaşma çabasında sadece.

Bu çaba, bereketli diyarlara ulaşma çabası nasıl kaleme alındı?

Aslında yazma girişiminde bulunurken bir başlangıç hamlesi olarak tereddütler ve tarifi pek de mümkün olmayan bir korku etkisi altına almadı değil. ‘Nasıl olacak da bu kutlu yolculuğu kaleme alacaksın, kelimelere sığdıracaksın’, düşüncesi her aşamasında etkisini üzerimde hissettirmiştir. Ömrün en müstesna zamanlarını nasıl anlatacaksınız? Hangi cümleler muradınızı ifadede yeterli olacak? Hangi kelimeleri imdadınıza çağıracaksınız? Hangi kelimelerin gücüne sığınacaksınız da bu yolculuğun ruhaniyetine uygun cümleler kuracaksınız? Bu kadar zaman dersiniz, bu kadar mekân, bu kadar insan, yer gök, Kâbe, örtü, Hacerülesved, Mekke, Medine... Milyonlarca insanın tam itaat halinde yeryüzünün en büyük buluşması için Arafat’a doğru büyük yürüyüşünü, akın akın hayatın başladığı yere doğru gidişini, bu ölüm ve diriliş sahnesini nasıl tasvire yelteneceksiniz? Nasıl olacak da Allah’ın beyti için kelam edeceksiniz, peygamberler diyarına ait sözler sarf edecek, cümleler kuracaksınız? Bu düşünceler bir taraftan düşüncelerinizi altı üst ederken kendini durmadan tekrar eden heyecanın, hatta enteresan bir şekilde hüznün eşliğinde huzur dolu bir umutla yavaş yavaş, temennilere, dualara sığınıyorsunuz. Yazmak için masaya oturduğunuz her zaman Allah’ım dersiniz; kalbime güç ver, dilime güç ver ruhuma güç ver, kalemime güç ver. Beni yalnız bırakma, tut elimden. Bu her zaman, yazının başına oturduğunuz her seferinde böyle olur. Her bir konu başlığı sizi bir girdaba sürüklemesi de ayrı tabi, işin içinden nasıl çıkacağınızı bilemezsiniz. Sonra kelimeler birer birer yetişir imdadınıza. Her konu bu yolculukta bir köşe başıdır zaten, sizi çağırır. Birini geçtiniz mi diğeri karşınıza çıkar.

Karşılaşılan her şey bir davetçi gibi yani.

Evet, aynen öyle. Yola koyulduğunuz ilk andan memlekete döneceğiniz ana kadar karşılaştığınız her şey sizi kendiniz olmaya davet ediyor ve size kendinizle sohbetin kapılarını daima açık tutmayı sağlıyor. Ve böylece aralanan bu kapıdan içeri girip yolun duraklarını birer birer kat ediyorsunuz. Yeryüzünün ilk misafiri olan Hz. Âdem’den, Allah’ın beytinin misafiri olarak size uzanan bir yol… İhramı kuşanırken başka bir dünyanın ilk basamağına doğru adımınızı atmış oluyorsunuz ve insan olarak diğerleriyle nasıl da aynı; kul olarak, yaşantı olarak, hesap verme olarak herkesten nasıl da ayrı olduğunuzu fark ediyorsunuz. Nebiler ikliminde olduğunuz her an, o güzel insanların yaşadığı topraklara, vadilere varıp dayandığınızda, büyük bir değişimin eşiğinden de geçmiş oluyorsunuz. Mekke ana kucağı, baba ocağı olarak sizi karşılıyor. Kabe’yi gördüğünüzde ise diyorsunuz ki, ‘işte burası, ezelden beri ruhum buraya ait.”

Bu durakları yaşamak ve yaşandığı şekliyle aktarmak önemli galiba.

Evet, öyle. Yaşamadan yazmanın tesiri ne derece olur bilemiyorum. Yaşadığınızı yazmanızın sizi istediğiniz sonuca götürmede birinci derecede etkili olduğunu düşünüyorum. Yazarken, hayatta olanları, yaşadıklarınızı bir şekilde güçlendirmeniz gerekiyor. İnsanın yazma amacı neyse etrafında olup bitenler de o şekilde biçimleniyor. Adeta her şey size yardımcı oluyor. Mesela ihrama girerken sessiz sedasız bir yolculuğun içinde olduğunuzu ve yeni bir hayata başladığınızı hissediyorsunuz. Dilinizde tespih, kalbinizde tanımlanması pek de mümkün olmayan bir huzurla ne duyarsanız ne görürseniz neye dokunursanız ondan tadıyorsunuz. Muhtemel ki her şeyden tadıyorsunuz. Aslında gördüğünüz göremediğiniz, dokunduğunuz dokunamadığınız her bir şey size yardım için adeta seferber oluyor. Sizi besliyor. Ve ruhunuzun ince örgüsünden girip de tutunduğunuz bu yol hiç bitmesin istiyorsunuz. Diyorsunuz ki “Ateş içinde İbrahim, taş üstünde İsmail, güneş altında Hacer, sevdaya yol/hasrete yol/umuda yol, beni bekler, yola çıkayım.”

Editör: Mehmet Çalışkan