Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Eşi Emine Erdoğan, "Sıfır Atık Sıfır İsraf" projesi kapsamında Diyanet İşleri Başkanlığı ev sahipliğinde düzenlenen programa katıldı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın ardından kürsüye gelen Emine Erdoğan, “Çevreyle olan ilişkimiz her şeyden önce bir ahlak meselesidir.” dedi.

Emine Erdoğan şunları kaydetti:

“Çevreyle olan ilişkimiz her şeyden önce bir ahlak meselesidir. İslam'da çevreyi korumak, hayvanların hakkını gözetmek, israf etmeden tevazu ile yaşamak bir seçenek değil Müslüman olmanın gereğidir. İslam nazarlarımızı sürekli tabiata çevirmemizi isteyen bir inanç sistemidir. Hayatı tabiat üzerinden okumamızı ister. Tefekkürü ibadet sayar. Akıl sahipleri için kâinatta nice işaretler olduğunu söyler.

Bakara suresi 164. ayette Allah kullarına şöyle seslenir: ‘Kuşkusuz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara fayda veren yüklerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökten indirerek onunla ölü hâldeki toprağa can verdiği ve orada her çeşit canlının yetişmesini sağladığı yağmurda, rüzgârları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirip yönlendirmesinde aklını işleten bir topluluk için elbette nice deliller vardır.'

"İnsan için doğa ile uyum içinde yaşamak bir zarurettir"

Göçmen kuşların rotasını kusursuzca bulunmalarından tutun mevsimlerin döngüsüne kadar şaşmaz bir ölçüye oturtturulmuş evrenin kendisi, Allah'ın delilidir. Böyle bir âlemde eşref-i mahlûkat olmak ise akılla, imanla ve ahiretle taçlandırılmak demektir. Dolayısı ile insan için doğa ile uyum içinde yaşamak bir zarurettir, Allah'ın çizmiş olduğu sınırlara riayet etmektir.

Zira Hac suresinde de belirtildiği üzere göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tesbih etmektedir. Hâl böyle iken şu yeryüzünü incitmeye nasıl cüret ederiz?!

Fakat ne yazık ki tüm insanlığın olduğu gibi Müslümanların tabiatla imtihanı da hayli zor geçiyor. Her şeyden öte insan doğanın parçası mı yoksa efendisi mi?

Bu konuda bir zihin karışıklığı içinde olduğumuzu görüyorum. Maalesef eşref-i mahlûkat olmayı tabiata tahakküm kuran efendi olmak ile karıştırdık.

"Enerji kaynaklarını doğru kullanmak, gelecek nesillerin hakkına saygıdır"

Gazete manşetlerimiz hayvanlara işkence söz konusu olduğundan geçilmiyor. Su kaynaklarını yok etmenin doğurduğu sonuçlarla hesaplaşıyoruz. Oysa yaratılmış her zerrenin Rabbini tesbih ettiği kâinatta çevre ahlâkı yüksek bir nezaket gerektirir. Ağaca su vermek ağacın hakkını gözetmektir. Sulara zehir atmamak suyun hakkına riayettir. Enerji kaynaklarını doğru kullanmak, gelecek nesillerin hakkına saygıdır.

Müslümanlar olarak israf meselesini, şahsi tüketimlerimizin ötesinde daha geniş anlamıyla görebilmemiz lâzım. Ay sonunda elektrik, su, gaz faturalarımız düştüğünde israftan kaçınmış olmuyoruz.

Bir kilo gram ekmeğin israfı, onu yapmak için kullanılan 1.6 litre suyun da israfı demek. Bir pamuklu tişörtün israfı, onun üretimi için harcanan 2 bin 700 litre suyun da israfı demek.

Biz sadece kendi çeşmemizden, ampulümüzden, soframızdan değil yeryüzünde halife olmanın sorumluluğunu taşımaktan mesulüz.

Afrikalı bir çocuğun temiz su bulamadığı için maruz kaldığı hastalıkları, çocuklarımıza doğru anlatabilirsek, bir dilim ekmeğin undan çok daha fazla anlamı olduğunu da kavratmış oluruz.

"Camilerimiz, mescitlerimiz yalnızca ibadethane değil ruhun ve zihnin ibadete hazır ve donanımlı hale geldiği eğitim yuvalarıdır"

İşte bu bilincin yerleşmesinde Diyanet İşleri Başkanlığımıza çok önemli görevler düşüyor. Camilerimiz, mescitlerimiz yalnızca ibadethane değil ruhun ve zihnin ibadete hazır ve donanımlı hale geldiği eğitim yuvalarıdır. Varoluşsal sorularımıza cevap bulduğumuz yerdir. Camilerimiz vatandaşlarımızı çevre konusunda da duyarlı hale getirecek geniş bir iletişim ağına sahiptir.

Çevre kirliliğinin ya da israfın sebeplerini sadece kimyasallarda, silahlanmada, kaynakların fütursuzca kullanımında aramayız. Bunlar yalnızca hastalık belirtileridir. Bu koşulları oluşturan ve çevreyi yok olmakla burun buruna getiren sebepleri zihniyette aramak gerekir. Şayet bizi özümüzle buluşturacak rafine Müslüman aklına geçişi başaramazsak, yalnızca hastalığın belirtilerini baskılamış oluruz.

Bu güzel dinin emir ve yasaklarına baktığımızda insan dünyadaki en büyük çevreci ekolün en ateşli hayvan hakları savunucularının, ümmetimizden çıkmasını bekliyor. Fakat üzülerek görüyoruz ki durum böyle değil. 2010'da yapılan bir araştırmaya göre 2 buçuk milyon hacı kutsal topraklarda hac ibadetini ifa ediyor ve ardında 100 milyon plastik şişe bırakıyor. Üzülerek belirtiyorum ki çevre konuları söz konusu olduğunda uluslararası platformlarda İslam'ın çevre ahlâkı için söylediklerinin sesi henüz yeteri kadar gür çıkmıyor.

Biz sevgili Peygamberimizin hayatını, doğaya ve hayvanlara karşı olan tutumunu ne çocuklarımıza ne de birbirimize anlatabilmişiz. İsraf gündelik pratiğimiz olmuşsa sahabe efendilerimizi tanımıyoruz demektir. Çocuklarımıza kanaat etmeyi öğretememişiz demektir. Oysa kanaat demek sürdürebilirlik demektir.

Umuyorum ki bu güzel projenin bir sonraki adımı, İslam'ın çevreci kimliğini uluslararası platformlarda tanıtmak olur.

Bu gerçekten hareketle Diyanet İşleri Başkanlığımızın çevreci bir hac organizasyonu ile tüm İslam ülkelerine örnek olmasını bekliyoruz. Türkiye yeşil bir hac ibadeti yanında hayvan hakları, sıfır açlık, israf, sıfır atık, sürdürülebilirlik gibi konularda manifestolar yayınlayarak tüm Müslüman toplumlara liderlik yapabilir. Aslında tüm insanlık, ekolojik bir bunalımla karşı karşıya. Ve ne yazık ki modern dünya bu büyük çevre krizini teknik olarak çözmeye çalışıyor. STK’lar, bilim çevreleri, geniş literatürler oluşturuyorlar. Fakat bazı temel soruların cevaplarını doğru veremez, meselenin köküne inemezsek gerçekçi çözümler bulamayız.

İnsanlığın öncelikle cevaplaması gereken soru varlığımızın tüm yaratılmışlar içindeki yerinin ne olduğudur. İnsanoğlu ihtiyaçları için tabiattan faydalanmakla onun hakkında riayet arasında dengeli bir yaşam kurmakla sorumludur. Modern hayatın bize sunduğu yaşam kültürünü, kendi inanç ve değerlerimizin filtresinden geçirmek durumundayız. Kendimize şimdi çeki düzen vermezsek çocuklarımıza miras bıraktığımız yorgun ve tükenmiş dünya için verecek bir cevabımız olmayacak.”

Editör: Mehmet Çalışkan