Son zamanlarda ülkemizde bazı inanç sorunlarının gündeme gelmesi, dikkatlerin değerlerimize ve hatta geleceğimiz üzerine çevrilmesine sebep oldu. Farklı şekillerde açıklanmaya çalışılsa, çok detayına girilmek istenmese de sorunlu olduğunda şüphe edilmeyen şeylerden bahsetmek mümkündür. Hem bu tartışmaların hem de FETÖ-DEAŞ-BOKO-HARAM gibi sapkın ve absürt karakterlerin İslam’a yamanmasına dönük faaliyetlerin devam ettiği bir ortamda bunlara verilecek tepkiler, alınabilecek önlemler de haliyle ayrı bir önem kazanmaktadır.

Bu konuda çok farklı teklif ve öneriler söz konusu edilebilirse de en etkili yöntemin sahih dinî bilgi ve irfan birikimine dayalı özgün İslam anlayışının günlük yaşantı içinde etkin kılınması, İslam’ın ahlak, bilinç ve bir kimlik olarak sosyal hayatın her alanında görünür hale gelmesi olacağını söylemek herhalde mümkündür. Buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç var dediğimizde de aslında abartmış olmuyoruz. Aksine elimizdeki imkânları dikkate aldığımızda, bu alanda neden yeterli mesafe alamadık sorusunu da kendimize sormadan edemiyoruz. Böyle bir konjonktürde İslam hakkında önyargılara ve algı operasyonlarına dayalı manipülasyonları etkisiz hale getirecek bir İslam gerçekliğini hayata geçirmek en temel hedefimiz olmalıdır. Bu, gençliğimiz ve geleceğimiz için önemli olduğu kadar insani değerlere susamış olan dünyamız için de hayati bir öneme sahiptir.

İslam’ın yaşanılan değil de tartışılan bir ideoloji ya da felsefi bir olgu haline getirilmesi ve İslam’ın felsefi içerikli tartışma konularından herhangi biri seviyesine indirgenmesi ise İslam’ı savunmada yapılabilecek en büyük hata olsa gerektir. İslam, asla hayattan kopuk, ütopik bir fikri mecrada ele alınabilecek bir konu olarak görülmemelidir. Çünkü İslam bir hayat tarzı ve bilinçli bir yaşam teklifidir. İslam ve değerleri, hayatın içinde yaşanıp hissedilmedikçe, bilfiil bir gerçeklikle ifade edilmedikçe İslam’a dair sağlıklı bir değerlendirme yapmak da İslam’ı gerçek mahiyetiyle görmek de mümkün olamayacaktır. Bahsettiğimiz şey kısaca, İslam’ın bütün insani değerleri temsil eden en üstün hayat tarzı, en mükemmel değerler manzumesi olduğunun somut ve reel bir gerçeklikle ifade edilmesi, İslam’ın bütün boyutlarıyla görünür kılınmasıdır.

Bu meyanda en büyük sorumluluk tabii ki İslam’a inanan ve İslam ilkelerine teslim olduklarını beyan edenlere düşmektedir. Kendi müntesiplerinin gereğini yapmadıkları, sahip çıkmadıkları ve hatta kendisine aykırı bir yaşamı sürdürdükleri bir ortamda İslam’ın gerçekliğini ve gerçek yüzünü anlatmak da takdir edersiniz ki çok kolay olmayacaktır. Zira öncelikle terör örgütleri eliyle oluşturulan ve İslam’dan uzak olmaktan kaynaklanan olumsuz görüntülerin İslam’la bağdaşmadığının ispatı gerekecektir. Hâlbuki gerçek İslam’ın ne olduğu, ne getirip ne götürdüğü, Müslümanlar şahsında fiili/somut bir gerçeklikle gösterilebildiğinde bu zorlukların kolaylıkla bertaraf olması mümkün olabilecektir. Eğer bir cihattan bahsedilecekse bugün işe en büyük cihadın İslam’ı yaşamak ve İslam’ın gereğine uygun hareket etmek olacağı idrakiyle başlanmalıdır. Yine bu doğrultuda olmak üzere cihadı da en başta elimizdeki işi, üzerimizdeki sorumlulukları, İslam’ın ve Müslümanların izzete kavuşmaları (i’layı kelimetullah) için en iyi şekilde ifa etme gayreti olarak tanımlayarak yola koyulmalıyız. Bizden öncekilerin canları ve malları ile yapmak durumunda kaldıkları cihadı bugün biz, öncelikle onların sağladıkları imkânları kullanarak, bıraktıkları emanetlere sahip çıkarak yapmalıyız. İslam’ı en güzel şekilde öğrenip öğrendiklerimizi yaşayarak İslam’ın güzelliğini, farkını, üstünlüğünü, -ilim ve teknolojiyi, kültür ve sanatı da ihmal etmeksizin- bütün alanlarda gösterme şuuruna ulaşarak yolda olmalıyız. İslam’ın izzeti için en üst tabakadan en alt tabakaya kadar Müslümanlar olarak elimizden gelen fedakârlığı esirgememeliyiz. Şunu da asla unutmamalıyız ki bu en az geçmişte silahla-savaşla yapılan cihat kadar değerlidir. 

Tam da bu bağlamda şu tespiti yapmak uygun olacaktır. İslam’a ve ilkelerine karşı toplumsal hatta evrensel ihtiyacın bu dereceye ulaştığı bir zamanda, Müslümanların dinlerinin istediği vizyon ve hayat perspektifinden tamamen uzakta olduklarının en başta gelen göstergelerinden biri İslam’ın en temel gereklerini yapmaktan aciz olanların cihattan ya da mücahitlikten bahsediyor olmalarıdır. Bu anormal durumdan dolayıdır ki dindar görünümlü bazı kesimler, kolaylıkla art niyetli dış güçlerin ve kirli odakların elinde bir oyuncak haline gelebilmektedirler. İslam’ı yaşamadan, İslam’ın ne olduğunu bilmeden ya kuru, kaba, lafızcı bir perspektifle ya da hurafeci, sapkın, duygusal motivasyonlarla köpürtülmüş içi boş anlatımlarla İslam gerçekliğinden tamamen uzak, kendi dindaşlarını en büyük düşman olarak görebilen, istenilen yerde ölmeye ve öldürmeye hazır kişi ya da gruplar peydah olabilmektedirler. Bugün en çok hayıflanmamız ve endişe duymamız gereken hususların başında gelen İslam algısının Müslümanların değil de birileri tarafından kurulan/kollanan terör örgütlerinin inisiyatifine bırakılmış olmasının sebebi de tam burada yatmaktadır. Artık Müslümanlarla beraber anılır hale gelen acı, ıstırap, açlık, sefalet, savaş, tecavüz ve katliamların, envai çeşit mağduriyetlerin de yegâne gerekçesini, Müslümanların bütün güçlerini bireysel kaygı ve kısır çekişmelere harcamalarında ve içine düştükleri/düşürüldükleri kısır döngüden çıkamıyor olmalarında aramamız gerektiğini biliyoruz.

Dolayısıyla gerçek Müslümanlığın teoride kalan kuru bir özlem ve hayal olmaktan çıkarılması için en başta Müslümanların birbirlerine doğrulttukları kılıçlarını kınına sokup darda olan kardeşlerine yardıma yönelmeleri, birbirleriyle dayanışma içinde olmaları ve en önemlisi İslam’a uygun yaşamaları ile mümkün olabilecektir. Hararetli nutuklar, mezhepsel kavgalar ve basit tartışmalar için değil; İslam kardeşliği için, zorda olan Müslümanlara yardım için atılmalıdır. Akan kanın, dökülen gözyaşının Müslümana ait olduğu bir düzlemde mezhebin, meşrebin, ırkın, kabilenin, ideolojinin, diğer menfaatlerin ve coğrafyanın bir önemi kalmamalıdır. Açlıktan ölen, suda boğulan, evi yıkılan, namusu çiğnenen, gurbet ellerde ayağına çelme takılıp düşürülen Müslümansa artık bakılacak başka bir şey kalmamıştır.

İşte bu genel çerçeve ve bağlamda olmak üzere bugün gerek gençliğimizde gerekse toplum yapımızın çeşitli katmanlarında açıklamakta zorluk çektiğimiz durumlarla yüzleşmek durumunda kalıyorsak, yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızı ve yapmamamız gerektiği halde yaptıklarımızı dikkatlice yeniden elden geçirmemiz gerekiyor demektir. Zira bunlar İslam’dan değil, İslam’ın ortaya koymuş olduğu vizyondan uzaklaşmış Müslümanlığımızdan kaynaklanan anormalliklerdir. İslam’ın ortaya koyduğu kardeşlik ve dayanışma vizyonu yerini mezhep-meşrep taassubuna, iki günü bir birbirine eşit olmama vizyonu yerini konformizme, samimiyet ilkesi yerini riyakârlık ve menfaatperestliğe, adalet kuralı yerini kayırmacılık ve ayrımcılığa bırakmışsa böyle bir ortamda izzet, güç ve ilerlemenin de yerini geri kalmışlığa, güçsüzlüğe ve zillete bırakması, genç kuşakların da farklı dinsizlik akımlarının pençesine düşmesi tabii bir sonuç olacaktır.