Tebessüm sadakadır. En zor şartlarda bile yüzünden tebessüm eksik olmayan Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in ümmetiyiz.

Dindar ve ahlaklı olmayı asık suratlı olmak zannettiğimiz olur bazen. Gülümsememek, çatık kaşlı olmak kemal alametidir sanki.

Hâlbuki tebessüm nice kapalı kapıların açılmasına; nice katı kalplerin yumuşamasına sebep olabilir.

Akabe Biatı’ndan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Mus’ab b. Umeyr (r.a.)’i Yesrib’e muallim, davetçi olarak göndermişti. Mus’ab, güzel sureti ve siretiyle çalmadık kapı, ulaşmadık bir Yesribli bırakmamak için gayret ediyordu.

Medineli olan Esad b. Zürare (r.a.) ile birlikte bir gün bir guruba İslam’ı anlatırken Abduleşheloğullarının lideri Sa’d b. Muaz, Üseyd b. Hudayr’a: “Git şunları arazimizden çıkar. Gelmiş zayıf olanlarımızın aklını çelip, dinlerini değiştirmeye çalışıyorlar.” demişti.

Üseyd, Mus’ab b. Umeyr’in bulunduğu yere yalınkılıç gelmiş ve topraklarını terk etmesini istemişti. Mus’ab (r.a.) yüzünden eksik olmayan tebessüm ve tatlı bir üslupla: “Buyur, biraz beni dinle. Hoşuna gitmezse hemen burayı terk ederim.” demişti. Üseyd: “Doğru söylüyorsun.” dedi ve oturdu. O oturuşun kalkışı farklı oldu. Müşrik olarak oturdu, Müslüman olarak kalktı.

Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ede bir söz.

Güler yüzlü olmak ne güzel!

Tatlı dilli olmak ne güzel!

Seni öldürmeye gelenin hidayetine, kurtuluşuna vesile olmak ne güzel!

Dindar olmak; dar olmak, daraltmak değil herhalde.

Dindar olmak, merhametli olmaktır.

Dindar olmak, muhabbetli olmaktır.

Dindar olmak, sana tahammül edemeyenleri bile rahmetle buluşturmaya çalışmaktır.

Uhud’da Efendimiz (a.s.)’ın mübarek vücudunu ortadan kaldırmak isteyen müşriklerin saldırısıyla miğfer yanağına batmış, dişi kırılmış, ağzından kan akarken şöyle dua ettiği duyuluyordu:

“Allah’ım kavmimi bağışla! Zira onlar bilmiyorlar!”