Ergenliğin bitip yetişkinliğin başlangıcı olarak kabul edilen gençlik, fiziksel/ruhsal gelişim ve değişime kapı aralayan fırtınalı bir dönemdir. Kendini, yaşanan dünyanın merkezinde görüp çevreyi tanımaya çalışan genç, bu süreçte zaman zaman istendik yalnızlıkla aşırılıklar hududunda, ölçüden uzak bir yaşantıya yeşil ışık yakabilmektedir. Bağımsızlığına düşkünlüğü ile maruf olan ve kendi içinde bulamadığı intizamı dış dünyada arayarak ideali yakalamaya çalışan genç, bu merhalede güçlü olma ve kendini gösterme isteğinin zorunlu sonucu olarak içinde bulunduğu marjinal kabın şeklini almaktadır.

Genel hatlarıyla resmedilmeye çalışılan gençlik döneminde, kişinin yakın-orta-uzak vadeli sahih kazanımlarını tehdit eden pusudaki sinsi düşmanlardan biri “nihilizm” adı verilen hiçlik ve yokluk düşüncesidir. Söz konusu maraz, ontolojik olarak belli bir amacı hedeflemeyen, anlamsızlığın hâkim olduğu girdaplı bir süreçtir. Bu açıdan bilgiyi, değer ve varlığı tümden reddeden, teoride “usûlu’d-dîn”in sacayağını oluşturan iman, nübüvvet ve ahireti; pratikte de ahlakı formatlamak isteyen nihilizm, temelde insan eylemlerinin sınırlarını kaldırmayı kendisine öncüllemiştir. Bu hususu hayata geçirmek için de çıkar merkezli bir anlayışla sırtını maddeye yaslayan nihilizm, yokluğu ispatlama çabasına girerek aslında bindiği dalı kesmektedir.

Genellikle edebiyat ve estetik sahasında ete kemiğe bürünen, imajı parlatılmış bohem hayat tarzıyla özdeşleştirilip teşvik edilen ve manifestosunu başkaldırının oluşturduğu nihilizm, yeşerip kök salacağı en mülayim ortam olarak gençliği tercih etmiştir. Bu doğrultuda, öncelikle gençliğin şuuraltına kodlanmış aile, vatan, din, devlet gibi mukaddesatı temelinden sarsıp yok etmekle işe koyulan hiççilik hareketi, tüm önermelerini her türlü kutsalı reddeden pozitivist anlayışa dayandırmaktadır. Bundan dolayıdır ki, varlığı en kolay inkâr etme yöntemi olarak barizleşen nihilizm, yaşam belirtisi gösteren her şeyi hor görüp yok sayma psikolojisiyle hareket etmektedir. Bu itibarla, toplumdaki yerleşik değerleri değersizleştiren bahse konu akım, bireyin hadiseler karşısındaki tavır ve eylemlerini bilinçsiz mekanik bir tepkiden ibaret görüp aşağılamakta ve bu duruma karşı uyma davranışı gösterenleri de “sürü ahlakı”nı oluşturan vasıfsız bir unsur kabul etmektedir.

Mümbit gençlik arazisine çile, haz, kötümserlik, yozlaşma ve tepkisizlik tohumlarını eken, eşyayı ve nihayetinde kâinatı sorgularken rüzgârını kaybeden nihilizm, sahih mütevatir müktesebatla ilintili tüm unsurlar için “dogma” yakıştırmasını yapmakta ve bunu çeşitli algı yönetimi tekniklerini kullanarak gençliğin kulağına fısıldamaktadır. Bu salgına tutulup her şeyin boş olduğunu düşünen ve “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn, 23/115) ilahi fermanına muhalif olarak, kendini tabiattaki hüdâ-i nâbit bir canlı vaziyetinde konumlandıran genç, son raddede nefsini ilahlaştıran megaloman insanüstü bir varlık hâline gelebilmektedir.

Nihilizm sâikiyle sahih paradigmanın mevzi kaybettiği alanlarda ortaya çıkan ve ana kumandayı iptal eden madde kullanımı, boş ideolojiler için fedailik, terörize eylem gibi neticeler; farklı tecrübe kabilinden denenmemiş hiçbir şey bırakmayan ve böylece gerçek dünyayı tüketen gencin, ömrünün bu periyodundaki en uç tecrübeleridir. Bu bağlamda söz konusu mekanik anlayışın, seküler ideolojiyi besleyip şımarttığını söylemek izahtan varestedir. Zikredilen dünyevi tutumun şiddet duygusuyla ambalajlandığında ise “DEAŞ” tecrübesinde olduğu gibi, otomatikleşmiş suç makinelerinin piyasalardaki yerini alacağını kestirmemek olası değildir. Bu çerçevede, kazananın olmadığı yokluk oyununu gençlik üzerinde sahneleyerek belirli merkezlerden alkış alan nihilizm, esasen dünya ve ahiret saadetinin biricik kaynağı Kur’an’ın da sıklıkla yerdiği yeryüzünde fesat çıkarma düşüncesini her fırsatta ihya etmeye çalışmaktadır. Zikredilen bozulma hâli için güdülenmeye en uygun potansiyel olarak görülen gençliğin sokulduğu bu külli cendere, henüz işlem görmemiş dimağ ve ruhlara salim fıtratın tabiatı gereği oldukça ağır gelmektedir.  

Bugün hiçlik menziline bilet alan gençliğin zihin ve gönül yolculuğunun seyrini, duyular üstü dünya tayin etmektedir. Her şeyin ve herkesin kaos ortamına sürüklendiği böylesi bir atmosferde kendine yer arayan gençte; boşlukta yüzme, melankolik bir vaziyet alma ve histeri şeklinde baş gösteren birtakım halüsinasyonel yan etkiler müşahede edilmektedir. Bu kertede, yaşamın anlam ve değer merkezinin kaybolmasıyla piyasa ederi düşen, deist ve agnostik rüzgârlarla dört bir yana savrulan gencin imajını yeniden kıymetlendireceğini ona telkin eden dürtü, ölüme meydan okuyup yaşamdan vazgeçmenin sahte kahramanı olarak etiketlendirilen intihardır. Muhatabı açısından sonun başlangıcını haber veren bu doruk deneyim, diğer insanlar tarafından çokça gündem teşkil etmeyen bir üçüncü sayfa haberi olmanın dışında, kıymet-i harbiyesi olmayan vasat bir hadise olarak algılanmaktadır.   

Meseleye dinî perspektiften yaklaşacak olursak, kişinin kıyamet gününde muhatap olacağı ve cevabı alınmadan hareketin gerçekleşmeyeceği sorulardan birini teşkil eden “gençliğin nerede tüketildiği” sorusu (bkz. Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1), dinin bu özel döneme verdiği ehemmiyeti göstermesi yönüyle sarsıcı bir referanstır. Öte yandan, uhrevî mükâfat açısından Allah’ın gölgesinin dışında hiçbir serinlik unsurunun bulunmadığı hesap gününde, Rahman’ın kendilerini bu gölgelik altında toplayacağını taahhüt ettiği yedi sınıf kimseden biri olarak zikredilen gencin Yaratanına kul olmasına atfedilen değer (bkz. Buhârî, Bed’ü’l-ezân, 36; Müslim, Zekât, 30 [1031]), İslam’ın gence ve gençliğe hangi perspektiften baktığına dair önemli bir veridir. 

Bu meyanda, hiçliği sorgulamasına rağmen hedefsiz sorulara cevap veremeyen ve dünya üzerindeki kaosun bayraktarlığına soyunan nihilizm illetine karşı en büyük devrimi, kâinatın zübdesi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaptığını belirtmek gerekir. Zira onun önderliğinde neşvünema bulan saadet asrını Asr-ı Saadet kılan en önemli detay, eşref-i mahlûkat olan anlamın öznesi insana, İslam’ın mana cihetinden yaklaşıp değer atfetmesinde saklıdır. Bu mühim noktadan hareketle ifade edelim ki, kalplerin yalnızca Allah’ı anarak sükûnet bulacağı ilahi hakikati (bkz. Ra’d, 13/28), bir damla sudan yaratıp, son merhaleye kadar her daim yanı başında olduğu Rabbiyle yeniden güvenli bağlanma tecrübesi yaşamayı arzulayan genci, henüz yatağa düşmeden tekrar ayağa kaldıracak yegâne devadır. Böylece, içine düştüğü dibi görünmeyen hiçlik çukuru sebebiyle vurgun yiyen genç, fırtınalı suları geride bırakarak güvenilir limanlara demir atmanın anlatılmaz yaşanır hazzını idrak edecek ve son tahlilde bu can suyuyla, gençliğin çoraklaşan ruh haritası yeniden yeşile boyanacaktır. Nitekim gençliğin efendileri Ashab-ı Kehf’de de vücut bulan bu aslı bozulmamış sağlam maya, bugünün gençlerine de ruh çalıp onları Yaratanın razı olacağı bir kul hâline dönüştürecek çağlar üstü özelliğini hala muhafaza etmektedir.

   

 

- - - -