Yılların verdiği yorgunlukla doğruldu, içindeki huzursuzluğun sebebini anlamak için aynaya yöneldi, aynadan kendisini görünce birden irkildi ve düşmanından kaçar gibi kenarına çekildi. Bir süre nefes nefese kaldı sonra cesaretini topladı bir daha baktı. Aynadan bakınca saçında beyazlıklar fark etti. Biraz daha bakınca sağlam zannettiği, her ortamda cazibesiyle övündüğü, yıllardır kendisini bir hamal gibi taşıyan vücudunun ileri derecede yıprandığını gördü. Artık vücudu yavaş yavaş eski gözdeliğini kaybetmeye başlamıştı. Her geçen gün eski canlılığını yitirip bozulmalar baş gösteriyordu. Kabul etmek istemiyordu, mücadele ediyordu ama ne yaparsa yapsın vücudunda gerçekleşen yıpranmanın önüne geçemiyordu. Evet, biliyordu… Yeryüzünde, insanoğlunda hatta kâinatta var olan her nefiste geçerli olan yeninin eskimesi, kemale erenin zevale meyletmesi kuralını. Biliyordu,  ama yine de bir ümit mücadele ediyordu. Tedbirler almaya çalışıyor, doktora başvuruyor fakat ne yapsa bu değişimin önüne bir türlü geçemiyordu.

Haykırmak istiyordu var olan bütün gayretiyle, bağırmak istiyordu avazı çıktığı kadar ama yine de olur ki nefsi o ismi duyar korkusuyla mücadelesine hırsla fakat sessizce devam ediyordu. Her gördüğü hastaya acıyla bakıyor, kendisini bu hükme dâhil etmeden, "hastalık işte" deyip geçiştiriyordu. Vücudundaki eskimeleri fark ettiği her yeni gün durup düşünmek istiyor fakat bu sefer de dünyevi lezzet ve zevkler, dünyanın tatlılığı onu yine düşünceden alıkoyuyor içinden bir ses "senin için daha çok erken" diyordu. Evet, görünürde erkendi belki ama etrafında yaşıtları kalmamış ve kendisinden yaşça çok küçükler de göçüp gitmişti… Yine de onlara gelenin, kendisine gelmeyeceğini düşünüyordu.

Artık başını yastığa koymaya çekiniyor, yalnız kalmaktan ve hatta uyumaktan da korkuyordu. Olur, da korktuğu şey uykuda gelir diye. Son zamanlarında geceleri dışarı çıkıp dolaşıyor, eve girmek istemiyordu. Çünkü ev kapalı bir mekan olduğu için ona hep korktuğu yeri hatırlatıyordu. Korktuğu şeye iyice yaklaştığını fark etmişti artık. Geçmişe döndü… Hayatını gençlik günlerinden başlayarak muhasebe altına aldı ve seksen yıla yakınlaşan ömründe kendisine bu kadar ihsan ve ikramda bulunan, kendisinin ve bütün kâinatın Rabbi olan Allah’a karşı vazifelerini ifa etmediğini bununla beraber hayatını hep boş hülyalarla geçirdiğini fark etti. Artık kabire yakınlaştığının farkında olarak ömrü boyunca düşünmek istemediği o hakikati nefsine rağmen kabul etti. Emanetin hakkını vermeden, bin bir pişmanlıkla sahibine teslim etti. O anda zihninden sadece şunlar geçiyordu; “evet koca bir ömrü boş hülyalarla tükettim, bu dünya hayatının hiç bitmeyeceğini düşündüm. Hâlbuki dünya hayatı bir aldanış yaşamından başka bir şey değilmiş…”

Evet, bir gün mutlaka geleceğinden emin olduğumuz buna rağmen düşünmek istemediğimiz, düşünmeyi istediğimiz zamanlarda da hızlıca geçiştirdiğimiz, lezzetleri acılaştıran ölüm, bir hakikattir ve her nefis bu hakikatle yüzleşecektir. Öyle ise ölüm gelmeden evvel kendimizi hesaba çekelim. Rahmet iklimi Ramazan ayını da fırsat bilerek öyle bir yaşam sürelim ki emaneti sahibine teslim edeceğimiz gün bayramımız olsun.