(1924 “Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi”)

Işık yardımıyla iz bırakmak olarak tanımlanan fotoğraf, hayatımızın önemli bir yerini işgal etmektedir. Fotoğraf deyip geçmemeliyiz. Zaten geçemeyiz de. Çünkü çağımızda görsellik büyük önem arz etmektedir.

Hatırlayınız, yemek yerken, bir yerde otururken, giderken, dururken fotoğrafımızı çekecek olan kişiye poz verirken ne kadar da hassas davranırız. Eğer oturuşumuz iyi değilse toparlanmaya, üstümüzü başımızı da düzeltmeye gayret ederiz. Yapmacıkta olsa gülümsemeye çalışırız. Anlayacağınız iyi gözükmek için azami ihtimam gösteririz. 

Çoğu zaman bunları da “aman ele güne karşı ayıp olmasın, ne derler” mantığıyla, değişik ifadeyle kendimizi birilerine şirin, iyi göstermek için yaparız.

Bu kadar önemsediğimiz bir nesne hakkında neler söylenip, yazılmaz ki?  

Yukarda ismini de verdiğim, özellikle okunmasını da istediğim kitaptan bahisle, kısa bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Kitabın kapağındaki Abdülhak Hamit, Mehmet Akif Ersoy, Süleyman Nazif, Cenab Şehabeddin, Sami Paşazade Sezai ve Mithat Cemal Kuntay’ı mevsim çiçekleriyle bezeli mükellef bir yemek masasında gösteren ünlü bir fotoğraf vardır.

Beşir Ayvazoğlu, bu kitapta Mehmet Akif’i merkeze alarak, söz konusu davetin sebebini, nerede ve niçin verildiğini, resim karesinde yer alan şair ve yazarların birbirleriyle ilişkilerini, o günlerde yaşadıkları dram ve zevklerini, henüz ilan edilmiş olan Cumhuriyetin hayatlarına nasıl yansıdığını anlatıyor.

Aynı fotoğraf karesinde olmalarına rağmen, kutsallar konusunda birbirlerinden ne kadar da aykırı düşündüklerini okuyacaksınız. fikir ayrılıklarına rağmen gene de bir araya gelmişler yemek yiyip muhabbet etmişler.

Fotoğrafta görülmeseler de kitabın içine girdiğinizde hemen karşınıza Faruk Nafiz Çamlıbel, Abbas Halim Paşa, Fuat Şemsi İnan ve Falih Rıfkı Atay gibi renkli şahsiyetleri bulacaksınız. Fotoğraf da gözüken ve gözükmeyen bu insanların yer aldığı bu kitap, aynı zamanda kültür ve edebiyat tarihimize de ışık tutmaktadır.

Önde gözüken bu insanların, gerek birbirleri ve gerekse yöneticiler hakkında neler yazıp, neler söylediklerini bulacaksınız. Bazen nasıl sıradanlaştıklarını, bazen de ülkenin en can alıcı meseleleri hakkında nasıl fikir bayan ettiklerini okuyacaksınız. 

Yukarda zikrettiğim gibi, kutsal mekânlar hakkında Falih Rıfkı Atay ve Mehmet Akif’in (Mekke ve Medine) neler söylediklerini okuyacaksınız. Aynı ülkenin iki yazarının hatta Osmanlı eğitim geleneğinden gelen bu iki insanın nasıl bu kadar farklı düşündüğünü/düşünebildiğini göreceksiniz.

Akif’in Mısır’a niçin gittiğini, Milletvekilliği yapmasına rağmen neden Milletvekilliğinden maaş alamadığını en açık ifadesiyle burada okuyacak, Süleyman Nazif’in Hz. İsa’ya yazdığı mektubu bu kitapta bulacaksınız. Akif’in riyasızlığını okurken, diğer taraftan da, Süleyman Nazif’in Ziya Gökalp’a neler dediğini okuyacaksınız.

Görünüşte bir fotoğraf karesi, zahirde herkes şen şakrak fakat ne kadar da farklı duygu ve düşüncelere sahip olduklarını okuduğunuzda hayret edeceksiniz.   

Yukarda dedim ya? Fotoğraf deyip geçmemek lazım, fotoğraf tarihe düşülen bir belgedir.

Fotoğrafın kendine göre bir dili vardır. Birilerine bir şeyler söylediği gibi, birileri de onda bir şeyler görür. Fotoğraftaki duruş, bakış hatta arkadaki motif bir şeyler çağrıştırır. Yerine göre ciddi bir delildir.

Beşir Ayvazoğlu kitabında, yazdıklarından ve söylediklerinden hareketle, o fotoğrafta olanları tanıtmaya çalışmıştır. Kim kimin yanında veya uzağında, kim nelere nasıl bakıyor, onu anlatmış.

Toplu fotoğrafta kimin etken kimin edilgen olduğunu, fotoğrafın görüntüsünden anlarız. Duruş, bakış vb gibi durumlar da kişiler hakkında bilgi verir.

Toplu çekilen fotoğrafta herkes aynıymış, aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri yapmak istiyormuş gibi görürsün. Oysa bazen çektirilen fotoğrafla kimin kime ne mesaj vermek istediği daha sonra anlaşılır…

Birliktelik göstergesi adına, bir resmin ne kadar birlikten uzak olduğunu içlerine girince anlarsınız. 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesinde olduğu gibi.

Çoğu zaman resimler, tabi ve sahicilikten uzak yapay ve yapmacık bir görüntü arz eder.

Mümkün olsa da kalplerin, duygu ve düşüncelerin fotoğrafı çekilebilse! Evet, bunlarınki de çekiliyor ama nasıl görüleceğimizi ahirette göreceğiz.

E… Ne dersiniz!

Öbür taraftaki resmimizin iyi gözükmesi için buradaki pozumuzu Allah’ın beğenisine sunmaya çalışmak daha akıllıca değil midir?