İlk iki yazımızda faizin Batı’da ve İslam’daki genel boyutuna değinmiştik. Bu yazıdan itibaren faiz teknik olarak ele alınmaya başlanacaktır. Dolayısıyla önce İslam hukukçularının faizi ele alış biçimi, daha sonra ise günümüzdeki temel tartışmalar zikredilecektir.

İslam fıkhında faizin haramlığı konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Özellikle “cahiliyye faizi” olarak nitelendirilen ve borcun ertelenmesine karşılık istenen fazlalığın haramlığında ittifak bulunmaktadır. Zira önceki yazılarda da ifade edildiği üzere bu faiz türü, Kur’an’da ve Sünnette açıkça yasaklanmıştır.

Fukahanın tartıştığı faiz, meşhur “altı mal” hadisinde ifade edilen faiz türüdür. Hz. Peygamberin (s.a.s.), “Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık tuz cinsi cinsine birbirine eşit ve peşin olarak satılır. Malların sınıfları değişirse peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın.” (Müslim, “Müsâḳāt”, 81; Tirmizî, “Büyûʿ”, 23). hadisini alimler farklı değerlendirmelere tabi tutmuşlardır. Önemli bir kısmı bu hadisin Kur’an’da bulunmayan yeni bir faiz şeklini (alışveriş faizi) haram kıldığını ifade ederken bir kısmı ise asıl haram kılınanın borç faizi olduğunu, bu hadisin ise borç faizine açılacak bütün kapıları kapatmayı amaçladığını (sedd-i zerâi‘) savunmuşlardır. Üçüncü bir grup ise günümüzdeki para anlayışı bakımından hadisi daha farklı bir şekilde yorumlamıştır. Şimdi başlıklar halinde bu üç görüşe değinmeye çalışalım.

Alışveriş Faizi

Âlimler, hadiste geçen mallar da dahil olmak üzere bütün malların “borç” olarak alınıp verilmesinde meydana gelecek herhangi bir fazlalığın faiz olduğu ve bunun haram olduğunda ittifak ederken, bu malların “satışı” konusunda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Zaten “alışveriş faizi” denilmesinin sebebi de budur. Buna göre bir kısmı sadece hadiste sayılı mallarda alışveriş faizinin meydana geldiğini iddia etmiş, çoğunluk (cumhur) ise buradaki malların örnek bağlamında zikredildiğini ifade etmiş ve bir illet (ortak gerekçe) tespit etmeye çalışarak diğer malları da bu kapsama sokmaya çalışmışlardır. Ancak tespit edilen bu gerekçelerin tamamı malların tamamını içine almamıştır. Konuyla ilgili tartışmaları detaylarıyla buraya aktarmak mümkün olmamakla birlikte mezhepler ve görüşleri genel olarak aktarılacaktır;

  1. Kıyası fıkhi bir delil olarak kabul etmeyen Zahiri mezhebi ve az sayıdaki alimlere göre, sadece hadiste sayılı mallar arasında alışveriş faizi meydana gelmektedir. Bunların dışındaki bütün mallarda alışveriş faizi geçerli değildir (daha önce de ifade edildiği gibi borç faizi konusunda herhangi bir ayırım yoktur, bu görüş sahiplerine göre de borç faizi bütün mallarda geçerlidir ve haramdır).
  2. Hanefi mezhebine göre altın ve gümüşte illet, tartılabilirlik (veznî) ve cins birliğinin bulunmasıdır. Diğer dört malda ise hacmen ölçülebilirlik (keylî) ve cins birliğidir. Hadiste sayılmayan mallar aynı şartları taşıyorsa alışveriş faiziyle ilgili hükümler onlarda da uygulanır. Ancak sayı (adedî) veya uzunluk (mazrûât) ölçü birimleriyle ölçülen mallarda alışveriş faizi meydana gelmemektedir. Hanbeli mezhebi de bu görüşü benimsemiştir.
  3. Maliki mezhebine göre altın ve gümüşte illet, para vasfının (semeniyyet) bunlarda galip olmasıdır. Bir başka görüşe göre sadece “para olmak” illet için yeterlidir. Diğer dört maldaki illet ise bunların depolanıp saklanabilen gıda maddeleri olmasıdır. Dolayısıyla depolanamayan gıda maddeleri ve diğer mallarda alışveriş faizi oluşmamaktadır.
  4. Şafii mezhebine göre altın ve gümüşte illet (Maliki mezhebindeki birinci görüş gibi) para olma vasfının galip olmasıdır. Diğer mallarda ise mübadeleye konu olan malın sadece gıda maddesi olmasıdır. Gıda maddelerinin haricinde alışveriş faizi bulunmamaktadır.

Bu noktada akla, alışveriş faizinin uygulamada çok karşılığı bulunmadığı konusu gelebilir. Zira hiç kimse bir malı peşin ve eşit olarak aynı cinsten bir başka mal ile değiştirmez. Bu sebeple bazı alimler Hz. Peygamberin amacının paraya dayalı bir ekonomi modelini yaygınlaştırmak olduğunu söylemişlerdir. Böylece hadisin boş yere zikredilmediği ve taşıdığı bir hikmet olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır.

Sedd-i Zerâi‘

Sedd-i zerâi‘, kendi başına mubah olan bir fiilin şer‘an sakıncalı bir sonuca götüreceğinden emin olunması veya bunun kuvvetle muhtemel bulunması sebebiyle yasaklanmasını ifade eder. Altı mal hadisini bu kapsamda gören alimlere göre hadis, faizli borç işlemlerine gidebilecek yolları kapatmıştır. Örneğin bir kilo buğdayı iki kilo buğday karşılığında bir ay vade ile borç almak faizdir. Bunu “satış” adı altında yapmak isteyenler için hadis bu yolu kapatmaktadır. Zira aynı cinsten malların vadeyle satışı caiz değildir. Hadiste belirtilen “eşit ve peşin olma” kuralı ilk etapta karşılığı olmayan bir işlem olarak görülebilir. Çünkü hiç kimse bir malı aynı cins ile peşin ve eşit olarak değiştirmez. Ancak buradaki amaç vadeli işlemlere açılabilecek yolları kapatmaktır. Buna rağmen tarihi süreçte bazı satış akitleri (îne akdi, vefâ akdi ve istiğlâl akdi gibi) kullanılarak borç paraya ulaşılmak istenmiştir. Bunun da hadisin amacını kuvvetlendiren bir husus olduğu savunulmuştur.

Mal Para

Hadisi günümüz iktisat teorisindeki para kavramına göre yeniden değerlendiren bazı fıkıhçılara göre hadisteki altı mal, o gün “para” olarak kullanılan şeylerdir. Para kavramının tarihteki gelişimine bakıldığında trampa sisteminden sonra “mal para” döneminin geldiği görülmektedir. Bu görüş sahiplerine göre Hz. Peygamberin (s.a.s.) yaşadığı dönemde bu mallar para (mal para) olarak kullanılmış ve Hz. Peygamber de hurma karşılığında deve satın almıştır. Bu durumda hadisle vurgulanmak istenen şey, para olarak kullanılan her şeyde faiz geçerlidir. Zikredilen mallar o dönemde para olarak kullanıldığı içindir ve sadece örnektirler. Bu durumda altın ve gümüş ile diğer dört malı birbirinden ayırmaya gerek yoktur. Zira hepsi de mal para olarak kullanılmıştır. Zaten hadisin metninde altı mal arasında bir ayırım yapılmamıştır. Ayırım, daha çok fıkıhçıların ictihadı neticesinde ortaya çıkmıştır.

İslam tarihi boyunca uzun bir süre altın ve gümüş para olarak kullanılmış ve bu durum alimlerin kendi yaşadıkları dönemin şartlarında olaya bakmasına sebebiyet vermiştir. Bu sebeple alimler hadiste geçen altın ve gümüşü yaratılıştan para olarak kabul etmişler (farklı görüş sahipleri varsa da sayıca az kalmışlardır), buna bağlı olarak da diğer malları normal mal sınıfına dahil etmişlerdir.

Son asırlarda önce gümüşün çoğalmasıyla değerini yitirmesi ve ardından altının da (para olarak) kullanımdan kalkmasıyla yerlerine kağıt para geçmiştir. Bu süreçte para kavramıyla ilgili yapılan detaylı çalışmalar üçüncü görüş sahiplerinin iddialarını güçlendirmektedir. Zira para kavramı insanlık tarihi boyunca belli aşamalardan geçmiş ve günümüzde de gelişimine devam etmektedir. Önce trampa usulüyle başlayan mübadele, ardından mal para, kaime (altın ev gümüşün yerine geçen para), kağıt para, kaydi para (bankacılık parası) ve plastik para (banka kartları) ile devam etmiş, şimdi ise kripto paralarla gelişimine devam etmektedir. Dolayısıyla gelişen şartlar bağlamında faiz için daha kapsayıcı bir yöntem geliştirmek elzem hale gelmiştir. Günümüz fıkıhçıları, iktisat biliminden de faydalanarak çalışmalarını devam ettirmektedirler. Üniversitelerimizde yeni kurulan İslam İktisadı bölümlerinde bu konudaki çalışmaların meyveleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bir sonraki yazımızda faizi meşru kabul edenlerin ileri sürdüğü argümanlara cevap verilmeye çalışılacaktır.