Faizle ilgili teorik yaklaşımlarda genellikle tek taraflı bir bakış açısı sergilenmektedir. Bu yaklaşım hem faizi meşrulaştıranlar arasında hem de buna karşı çıkanlar arasında yaygındır. Örneğin meşru görenler faizin eskiden fakirden zengine doğru bir servet akışına sebep olduğunu, bankacılık sistemi vasıtasıyla bunun tersine döndüğünü iddia etmektedirler. Faize karşı çıkanlar ise bu iddialara yönelik çeşitli cevaplar vermektedirler (önceki yazılarımızda bu hususlar detaylı bir şekilde ele alınmıştı). Ancak asıl gözden kaçan bir konu var ki o da faizin mutlak olarak haksızlığa vesile olmasıdır. Bu haksızlık bazen borçlu açısından bazen de alacaklı açısından meydana gelmektedir.

Konumuzun daha iyi anlaşılması açısından bugünkü bankacılık sisteminin nasıl çalıştığına bakmamız gerekmektedir. Bankalar kredi verirken müşterilerinin gelirlerine ve mal varlıklarına bakarlar. Şayet talep ettiği krediyi ödeyebilecek düzenli bir geliri ve sıkıntı olması halinde teminat olarak gösterebilecek yeterli bir mal varlığı varsa kredi talebine olumlu cevap verilir. (Yani sistem direk olarak alt gelir gruplarını dışarıda bırakmaktadır.) Kişinin elindeki mal varlığı büyüdükçe alabileceği kredi oranı da büyümektedir. Buna “teminatlı çalışma sistemi” denilmektedir. Şimdi asıl konumuza geçebiliriz.

Bir iş yapacak veya kuracak kişi şayet elinde yeterli sermaye yoksa dışarıdan sermaye temin etme yoluna gidecektir. Bu durumda önünde iki seçenek bulunmaktadır; ya elinde sermayesi olan birini kendisine ortak yapacak veya borçlanma (kredi) yoluna gidecektir. Biz iki ihtimale göre de hesap yaparak meramımızı ifade etmeye çalışacağız. Ancak bizim yaptığımız hesap kâr odaklı olacağı için öncesinde zarar konusunu kısaca ifade edelim. İşten zarar edilmesi halinde ortaklık kurulmuşsa taraflar sermayeleri oranında zararı paylaşacaklardır. Ancak kredi çekilmişse alacaklı her halükarda kârını (faiz) alacak, borçlu ise tümüyle zararı üstlenecektir. Kâr konusuna gelecek olursak:

Bir kişinin elinde 10.000 TL sermaye bulunduğunu ve bu kişinin 90.000 TL daha sermayeye ihtiyaç duyduğunu varsayalım. Bu kişi kalan kısmı ortaklık yoluyla temin edecek olursa ve yapılan işten %20 kazanç elde edildiği düşünülürse işin sonunda toplam 20.000 TL kâr elde edilecek ve sermaye sahiplerine hisseleri oranınca şöyle bir dağıtım yapılacaktır; 10.000 TL’nin sahibine 2.000 TL, 90.000 TL’nin sahibine ise 18.000 TL düşecektir. Böylece işin sonunda bir tarafın toplam mal varlığı 12.000 TL’ye, diğer tarafın ise 108.000 TL’ye yükselecektir.

Bu olaya bir de kredi açısından bakılacak olursa; 10.000 TL sermayesi olan kişi bankadan %10 faizle borç alır. Kâr oranı yine %20 olarak varsayılacaktır. Bu durumda iş bitiminde şöyle bir tablo karşımıza çıkacaktır;

Öz sermaye: 10.000 TL

Borç (%10 faizle): 90.000 TL

Toplam iş tutarı: 100.000 TL

İş kârı: 20.000 TL

İş sonu toplam tutar: 120.000 TL

Borç anapara ve faiz geri ödemesi: 99.000 TL

İş sonunda toplam öz sermaye: 21.000 TL

Yukarıdaki tablo dikkatle incelenip ortaklıkla karşılaştırıldığında kredi çekmek daha cazip görünmektedir. Günümüzde faizin vergiden düşürüldüğünü de göz önüne alırsak insanların neden faizli yolu tercih ettiği daha iyi anlaşılmaktadır. Bu tablonun asıl anlattığı ve konumuz olan husus ise burada borç verenin zarara uğramasıdır. Zira verdiği parayla daha fazla (%110) kâr elde edilmiş ve haksız bir servet dağıtımı olmuştur. Yukarıda bahsettiğimiz teminatlı çalışma sistemini de olaya dahil edersek, yani kredi çekenlerin geliri olan ve mal varlığına sahip olan kişiler olduğunu ve kişinin ne kadar çok varlığı varsa kredi çekme oranının da yükseldiğini göz önünde bulundurursak bu durumda yine hep zenginin daha çok kazandığını ve faizin her zaman haksızlığa yol açtığını görürüz.

Faizle ilgili son inen ayetlerden biri olan Bakara 279’da geçen “haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak” ifadesini, faizde mutlak anlamda bir haksızlık olduğuna yorumlayanlar bulunmaktadır. Bu haksızlık çoğu zaman borçluya yapılmış gibi gözükse de bazen alacaklı da haksızlığa uğramaktadır. Kapitalist sistemin işleyişi ve günümüz bankacılık sisteminin yapısı bütün gücüyle buna hizmet etmektedir. Küçük sermaye sahiplerinin eline ufak bir faiz geçse de enflasyon vb. dolaylı yollardan daha fazla geri alınmaktadır. Bu sebeple faizi teşvik eden sistem ıslah edilmelidir. Aksi takdirde sadece oranları konuşmaya devam edeceğiz.