- “Ne zamandır geliyorsunuz kursumuza? Sanki daha evvel görmedim sizi.”

- “Yeni sayılırım hocam, 3-4 haftadır buradayım ve elhamdülillah Kur’an okuyorum artık.”

- “Maşallah size, bu kadar kısa sürede öğrenmeniz... Hem de görme yetiniz olmadığı halde...”

- “Şöyle düşünün hocam; hani süzgüye su koyarsınız ve her bir deliğinden ayrı akar. Bir de huniden su akıtırsınız da aynı yerden daha güçlü akarak girdiği kabı daha çabuk doldurur. İşte biz görme engellilerin Kur’an öğrenmesi ya da başka bir işte başarılı olması, bu şekilde oluyor bence. Ben Kur’an-ı Kerim’e dokunduğumda tüm gücüm parmak uçlarımda yoğunlaşıyor tıpkı suyun daha hızlı aktığı huni gibi. Bu sebeple kendime yetebilecek kabiliyetlere daha hızlı sahip olabildiğimi düşünüyorum.”

- “Gerçekten, ne güzel anlattınız...”

- “Hocamız yüreğiyle öğretiyor bize, bunu o kadar net hissediyoruz ki.”

- “Buraya her gelişimde yüreğime dokunan hocama minnettarım.”

- “Dışarıda çoğu kez bizim için ayarlanmamış bir düzende var olmaya çalışırken, burada bulduğum düzen ve huzur paha biçilemez.”

Görme engelli kardeşimizle geçen diyaloglardan sadece birkaç örnekti yukarıda ifade etmeye çalıştıklarım.

Dünyaya açılan fiziki penceresi olan gözleriyle göremeyen fakat gönül gözü açık kardeşlerimizden sadece bir kaçının cümleleri...

Aynı zamanda Afyonkarahisar Engelsiz Kur’an Kursumuzun talebeleri onlar. Gözleri görmüyordu ama “Sesinizden tanıdık, hocam sizsiniz.” derlerken o kadar belli ediyorlardı ki ta yüreklerinden gördüklerini. Parmak uçlarıyla okudukları Allah kelamını ne güzel de hayatlarına nakşediyorlardı.

Ya hiç işitmedikleri Kur’an’ı, işaretleriyle okuyan işitme engelli kardeşlerimiz...

Hocalarının ellerine dikkat kesilerek her bir parmak işaretiyle Kelamullah’ı zikreden o sessiz Kur’an bülbülleri. Gözlerinden, lisan-ı hallerinden sevgi ve sempatinin fışkırdığı, hafta sonlarını bile Engelsiz Kur’an Kursumuzda geçiren o güzel insanlar...

Engelsiz camimizde her hafta cuma günü işaret diline çevrilen hutbeyi dikkatle takip eden dili sessiz, yüreği büyük insanlar...

“Biz de varız.” diyerek sosyal hayattan kopmadan, değerli hocalarımız rehberliğinde hem derslik hem de her engel gurubuna uygun çeşitli etkinlik alanlarının bulunduğu kursumuzda sosyal kültürel faaliyetlerini gerçekleştiren ve her daim olması gereken farkındalığımızı artıran otizmli kardeşlerimiz ile ailelerini de zikretmek istiyorum.

Düşünsenize kendisinde eksiklik gibi görünen bir ya da bir kaç durumu nasıl da pozitif hale getiriyorlar.

Engelleri, engel olarak görmeme adına gayret sarf eden engelsiz kardeşlerimiz onlar...

Her türlü nimete ulaşma imkânına sahipken çoğu zaman hayıflanma yolunu seçen bazılarımıza ne güzel örneklik sergiliyorlar.

Tefekkür nimetinden mahrum kalmak, engelsiz görünenlerimiz için en büyük noksanlık olsa gerek. Zira Allah Resûlünün zatında bize öğretilen birçok husus varken...

Allah Resûlü tebliğ görevinin sorumluluğuyla putperest önderlere dinimizi anlatmaya çalışırken, O’na soru sormak için gelen görme engelli Abdullah İbn Ümmü Mektûm’u hatırlayalım.

Sevgili Peygamberimiz, putperestlerin önde gelenlerini ikna edince onların izinden yürüyenlerin de İslam’a gireceğini düşünerek o an kendisine başvuran görme engelli Abdullah’a birazcık yüzünü ekşitivermişti. “Ama (Ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı. Yahut o bir öğüt alacak, bu öğüt kendisine fayda verecekti. Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız görenle ilgileniyorsun.” (Abese Sûresi, 80/3-6) şeklinde ilahi uyarıya maruz kaldı. “Kendisinden dolayı Rabbimin beni uyardığı şahsa merhaba.” diyerek İbn Ümmü Mektûm’a iltifatta bulunan Hz. Peygamber, muhteşem bir örnek olarak Allah kelamında bize anlatılırken nasıl duyarsız olabiliriz engelsiz kardeşlerimize. Yaşamdaki tüm haklarımız ortak iken nasıl kolaylaştırmayız şartları onlara da.

Ortopedik engelli Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak tayin eden, görme engelli Abdullah İbn Ümmü Mektûm’u da çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığı zaman kendi yerine on üç defa vekil bırakan Sevgili Peygamberimizi hakkıyla örnek almaya çalıştığımızı düşünürsek, hangi düşünceyle hayattan soyutlarız onları?

Öyleyse farkındalık dediğimiz kavramı sürekli gündemde tutmalı! Farklılıklarımızı hem dünya hem ukbâ hayatımız için manevi bir kazanım olarak almalı...