Yıllar önce Marlo Morgan’ın Best-Seller -çok satan- “Bir Çift Yürek” kitabını okumuştum. Başlayıp bırakmadan okuduğum nadir kitaplardandır. Okuyanların takdir edeceği, okumayıp ta okuyacakların okuduklarında haklıymış diyecekleri güzel bir kitaptır.

Yazar Avustralya’nın yerlisi Aborijinler hakkında incelme yapmak için bu ülkeye gider. İptidai şekilde yaşadıkları yere giderken bindikleri arabadan ve havanın sıcaklığından olacak ki, ter ve tozdan Morgan’ın oje, ruj ve sair boyaları birbirine girer. Giderken de muhataplarına iyi gözükme adına takıları, giysileri ve kıymetli eşyaları da berbat olur.

Kendini karşılayan ülkenin yerlilerine; “sizlerle bu halimle oturamam, hitap edemem. Duş alabileceğim bir yer var mıdır?” der. Onlar da iptidai derme çatma barakayı göstererek; “buyurun eşyalarınızı çıkarıp şu çalının üzerine koyup, içerde şunları giyiniz” diye uzattıkları aborijin kıyafetlerini verirler.

Deneni yapan yazar, çok özel ve nadide eşyalarını koyduğu çalıyı eşyalarıyla birlikte gözünün önünde yakarlar. İç geçirmesine rağmen bir şey yapamaz. Gözünün önünde güzelim eşya ve takıları cayır cayır yanar.

Onlarla yüz yirmi gün o dağ sen misin, o ova ben miyim yaşar/gezer. Aborijinlerle yaşadığı, yediği içtiği ve gördüklerini kaleme alır. ‘Bir Çift Yürek’ bu gezip gördükleri yerlerden ve hatıralardan oluşur. Amerika’da Best-Seller (çok satan) kitaplar arasına girer.

Kitap hakkında daha geniş bilgiyi internetten görüp, kitaptan okuyabilirsiniz. Yazarın bu kitabını okuduktan sonra çok merak ettiğim, ikiz doğan iki aborijinin hayatının anlatıldığı bir diğer kitabını daha okudum. “Sonsuzluğun Mesajı”

Bu kitaptan yani “Bir Çift Yürek” ten bahsetmemin sebebi o yerli insanın yaşadıkları koca araziye rağmen, tabiata ne kadar saygılı olduklarını, ihtiyaç dışı hiçbir şeye harislik yapmadıklarını, her şeyi yerli yerince kullanıp, ihtiyaç harici hiçbir şeye zarar vermediklerini okumuştum. Özellikle avda ihtiyaç fazlası avlanmadıklarını gördüm.

Yayınlamaya başladığı günden bu tarafa Ayşe Böhürlerin tvnet’deki “Türk kahvesi” programını müsait olduğum müddetçe izlemeye çalışıyorum. Her Pazar saat 11.15 gibi başlayan program, alanında yetkin insanların davet edildiği bir programdır. Böhürler’in bu haftaki konuğu (28.06.2020) metroloji uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’ydu. Belli ki Kadıoğlu espritüel biri. Kendisiyle dalga geçen insanı kendisiyle barışık görmüşümdür. Hocayı da öyle buldum. Ayrıca iyi yetişmiş birisi olarak gördüğüm aktif görev başında olan Mikdat Bey’de yazdıkları, üye olduğu veya oluşumunda bulunduğu kurum ve kuruluşlarda çok güzel hizmetlerde bulunmuş.

Progrram müddetince birbirinden değerli fikirler ileri süren Kadıoğlu’nun söylediği bir kelime vardı ki çok dikkatimi çekti. “Ekolojik Günah” bu kelimeyi kullanırken de Diyanet’in bu kavramı ıstılahına katması gerektiğinden de bahsetti.

Ölen kuşa taziyede bulunan, susuz bir köpeğe su verenin cennete gideceğini söyleyen, öleceği anda dahi elindeki fidanı dikmeyi tavsiye eden rahmet peygamberinin ümmeti olan bizler, herkesten daha fazla ot-çöp ve hayvan koruyucusu olmalıyız. Herkese ait malların korunup korunması için en büyük hassasiyeti bizler göstermeliyiz.

Suyun en büyük sorun haline geldiği, ormanların nâ-hak yere yakıldığı, tarım arazilerinin imara açıldığı, gıdaların genleriyle oynandığı, çevrenin bilinçli ve bilinçsizce kirletildiği günümüzde tabiat, her zamankinden daha fazla korumaya/korunmaya muhtaçtır.

Tabiata zarar, insana zarardır. Ekolojik hayatı tahribe yönelik her hareket günahtır. Çünkü şahsi günah kişiye aitken ve sadece kendini ilgilendirirken, ekolojiye verilen zarar ikinci şahsa ve hatta geleceğimize verilen bir zarar olduğundan ekolojik günahtır.