Efsane Kardeşler

TUĞRUL ve ÇAĞRI BEY

(1040-1063)

Yüz yedi yaşında ölen Selçuk’un yerine idareyi iki kardeş aldı. İki kardeş diyorum zira her ne kadar Sultanlık koltuğunda Tuğrul Bey oturuyorsa da hemen tüm kararları müşterek alıyorlardı. Dikkat edecek olursanız onlar için efsane kardeşler üst başlığını koydum.

Selçuk henüz sağlığında kendilerine üst düzey görevler verdi. Bu yüzden kendisi öldüğünde yönetim boşluğu doğmadı. Aldıkları hüsn-i tedbir, (güzel tedbir) lütf-ü takdir, (Allah’ın takdiri) kemal-i şecaat (olgun kahramanlık) ve yiğitliklerinden dostlarına zaferin, düşmanlarına zilletin âlâsını yaşattılar. Onların birbirlerine olan tutkunlukları ardından gelen başarılar düşmanlarını olduğu kadar birçok Türkmen beyliğini de tedirgin etti.

Özellikle Mâverâünnehir hükümdarı İlig Han (Ali Tekin) bazen iyi bazen kötü giden ilişkileri düzeltmek veya bu işe son vermek üzere harekete geçti. Ali Tekin’in kendileri için kötü düşünceler beslediğini anlayan efsane kardeşler, Buğra Han’la (Türkistan Hakanı) beraber hareket etmek için ona iltica etmeyi önerdiler. Buğra Han bu duruma çok sevindi. Gönderilen elçiyi padişahlara layık lütuf ve ihsanlarla karşıladı.

Elçinin getirdiği olumlu haberden sonra Tuğrul Bey kardeşine; “O halde ikimizden birinin haftada üç gün Han’ın otağına gidip onun hizmet kemerini beline bağlaması doğru olur. Böylece eğer onun aklından bir hainlik geçerse uygulamaya imkân bulamaz. Eğer -Allah korusun- ikimizden birini yakalayacak olursa, diğerimiz bu olayın telafisine bakabilir.” dedi. Yapılan bu işe ileri görüşlülük ve hâdiselere ferasetle bakma denir. Yaptıkları istişare gereğince Tuğrul ve Çağrı Bey, Buğra Han’ın karargâhına iki fersah mesafede konaklayarak münavebeli olarak karargâha gidip onun hizmetinde bulunuyorlardı.

Buğra Han sürekli iki kardeşi bir arada yakalayıp öldürmek için fırsat kolluyordu. Niyeti Tuğrul ve Çağrı Bey’den kurtulmaktı. Bunun mümkün olmayacağını anlayınca Tuğrul Bey’i tutukladı. Ardından da Çağrı Bey’i gafil yakalamak üzere seçkin askerlerini üzerine gönderdi. Bu durumdan haberdar olan Çağrı Bey, gerekli tedbiri aldı.

İki ordu karşılaştığında Buğra Han’ın ordusu hezimete uğradı. Çağrı Bey, seçkin komutanlarından yüz otuz kişiyi esir aldı. Bu durumda tekrar savaşmanın doğru olmayacağını anlayan Buğra Han, kardeşlerle daha fazla kötü olmamak ve seçkin komutanlarını kurtarmak için Tuğrul Bey’i kırk tane yüzü güzel Gulam, (I) on bin dinar ve muhtelif kıymetli hediyelerle serbest bıraktı. Bu duruma çok sevinen kardeşi Çağrı Bey de tutukladığı esirleri serbest bıraktı.

BAŞARI KENDİLİĞİNDEN GELMEZ

Buğra Han’ın tuzağından kurtulan efsane kardeşler, Semerkant’a gitmeye karar verdiler. Kendi topraklarına geldiğini öğrenen Türkistan hâkimi İlig Han hemen savaş hazırlığına başladı. Diğer taraftan Tuğrul ve Çağrı Bey’e; “Sizin tebaanız ve maiyetinizle birlikte çöllere gitmeniz en doğrusudur. Belki güçlü düşmanlar zulüm elini eteğimizden bu şekilde çekerler” dedi. Kabul gören bu görüşe göre Tuğrul Bey uzak bölgelere giderken, Çağrı Bey’de Horasan (c) tarafına hareket etti.

Kendisini yakalatmak isteyen Tûs valisinin gönderdiği topluluk perişan bir vaziyette geri döndü. Çağrı Bey’in de Rey’den geçerek Anadolu’ya gittiğini söylediler.

Çağrı Bey Anadolu’ya vardığında bazı Türkler kendilerine katıldı. Katılan bu Türklerin Samanlı Hükümdarının yerleştirdiği Türkler olduğu söylenmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, Çağrı Bey Anadolu’ya giden ilk Türk topluluğu değildir. Burada bazı fetihler gerçekleştirildi. Birçok ganimet elde edildi.

Çağrı Bey Merv’e geri döndü. Buhara’ya yaklaştığında orada yurt tutmuş Türk toplulukları Çağrı Bey’e katıldılar. Tuğrul Bey’e bir elçi göndererek sağ salim ve ganimetlerle tekrar geri döndüğünü söyledi. Tuğrul Bey buna çok sevindi. İkisi orada birleştiler.

Burada bir hususa dikkat çekmek istiyorum. İki kardeşin birbirinin acısına üzülmesi, başarısına sevinmesi, kader ve kederde bir olabilmeleri takdire şayandır. Niyet güzel olursa sonuçta ona göre güzel oluyor.

Yukarıda işaret ettiğim gibi kardeşlerin tedbirli ve akıllı hareketleri her yöneticinin dikkatini çekiyordu. Gazneli Mahmut âli Selçuktan Mikaîl’in ardından İsrail (Arslan Yabgu)’i da Hindistan’da esir etti. Yedi yıl orada kaldıktan sonra orada öldü. Ölümünün ardından oğlu Kutalmış onun yerini aldı.

Gazneli Mahmut görüşmek üzere elçi gönderdi. Tuğrul ve Çağrı Bey, Gazneli Mahmut’un gücünü bildiklerinden elçiye gayet iyi davrandılar. Giderken de elçiye; “…Âlemin Sultanının fermanına itaat edip boyun eğmeliyiz, hepimiz aciz kullarız… ” dediler.

Sultan Mahmud’un İlig Han’ı sıkıştırması üzerine İlig Han, Tuğrul ve Çağrı Bey’e haber göndererek; “…birlikte hareket edelim. Sizin yaşlılarınız baba yerinde, gençler kardeş derecesinde ve çocuklarınız da evlat mesabesinde bu diyarda yaşayacaklardır…” dedi.

Selçuklular bunu kabul etmek suretiyle İlig Han’ın oyununa gelmediler. Hilesini fark eden kardeşlere bir şey yapamayacağını anlayan İlig Han, bu seferde amcaları Musa’nın oğlu Yusuf’a Türklerin liderliğini vermeyi düşündü. Böylece aralarına fitne sokarak amcaoğulları arasındaki dostluğu düşmanlığa çevirmek istiyordu. Maalesef Yusuf da bu oyuna geldi. İlig Han’ın dediği gibi kendini Selçukluların lideri ilan etti. Gücüne güç kattı. Tuğrul Bey bu duruma çok kızdı. Yusuf’u cezalandırmak üzere harekete geçiyordu ki kardeşi Çağrı, biraderine; “Merhametin mükâfatını kesmek, insanlıktan değildir. Halk bu konuda bizi ayıplar. Diğer taraftan İlig Han’ın Yusuf’u büyütmek ve yüceltmekten maksadı, onun seçilmesi sebebiyle Selçuk oğulları arasında ayrılık ve muhalefet çıkarmaktır.” diyerek cezalandırmaktan vazgeçtiler.

İlig Han’ın Yusuf bin Musa ile gerçekleştirmeyi düşündüğü oyun tutmadı. Yusuf’la istediğini alamayınca Yusuf’u öldürdü. Yusuf’un ölümü kardeşlere çok ağır geldi. Her ne kadar kendisi oyuna gelmiş ve kendilerine karşı isyan etmişse de gene de amcaoğullarının intikamını almak üzere harekete geçtiler. Üzerlerine gelen İlig Han’ın ünlü komutanı Alp Kara’yla birlikte çok sayıda üst düzey askeri öldürdüler veya esir aldılar.

Bu hadiseler olurken göz aydınlığı sağlayan Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan dünyaya geldi. 20 Ocak 1029  (1 Muharrem 420)

GAZNELİLERLE SAVAŞ HAZIRLIKLARI

Gazneli Mahmut ölmüş yerine kardeşi Mesut geçmişti. Sultan Mesut Selçuklulardan istediği malları alamayınca çok kızdı ve ünlü komutan Begtoğdı’nın komutasında güçlü bir orduyu üzerlerine gönderdi. Selçuklular savaştan yana değillerdi...

İki ordu karşılaştı. Selçuklular eman dilediler. Begtoğdı; “Sizinle benim aramda kılıç vardır. Eğer itaat edecekseniz onu Mesut’a iletin ve emanı ondan dileyin…” dedi.

Bu savaşı çok önemseyen Sultan Mesut orduyu gönderirken, silah yüklü bin deve, dinar ve dirhem yüklü yüz katır ve birkaç fili de emrine vermişti. Bunların yanı sıra tam teçhizatlı; 15.000 süvari, 2.000 saray gulâmı ve 11.000 atlı verilmesini emretti.

İstenen emanın fayda vermeyeceğini anlayan Tuğrul ve Selçuk Bey gerekli hazırlıkları yaparak emir ve komutanlarıyla Mesud’un askerlerini karşılamaya çıktılar. Savaş ateşi parladı. İki taraf arasında birçok kişi yokluk ve ölüme mahkûm oldu. O savaşta kan nehirleri aktı. Akıbet zafer ve galibiyet meltemi Selçukluların sancağını dalgalandırdı. İlginç savaş taktiklerinin yaşandığı muharebenin sonunda kazanan Selçuklular, beş yüz bin dinar, birçok altın, silah, ziynet eşyaları ve çok sayıda hayvan elde ettiler.

Bir insanın günü (talihi) karardığı zaman

O her zaman işe yaramayacak şeyler yapar

Kaybedilen savaşı içine sindiremeyen ve bu işe çok kızan Gazneli Mesud, hazırladığı ikinci orduyu bizzat kendi komuta etti. Bu savaşı da kaybeden Mesud artık çareyi uzlaşmada gördü. Buğra Han’ın yaptığı gibi gönül alıcı birçok hediyeler vererek yakınlık kurmak istedi. Bir de; “Meydana gelen durum, bu taraftan gelen bir sıkıntı değildir. Belki bizim akılsızlarımızdan bir kısmı bu duruma sebep olmuş olabilirler. Şimdi sözün kötüsüne olan oldu gibi bakıp geçmişten başka söz etmeyin. İsyan sofrasını yaymayıp barış ve anlaşmadan söz edelim. Biz, emirlerin önde gelenlerinden olan Tuğrul, Çağrı ve İnanç bin Selçuk taht-ı tasarruflarına alıp evlensinler diye üç güzel gönderelim. Ta ki çekişme ve tartışma konuları ortadan kalksın, beldeler ve halk isyan afetinden emin ve mutmain olsun.” dedi.

Bu sözlerin ardından tedbiri elden bırakmayan Çağrı Bey de; “Sultan Mesut bizim hakkımızda sonsuz taltif ve şefkat ihsan edip gönül alıcı sözler söylemiştir. Böylece mürüvvet ve insaniyetin gereğini yerine getirmiştir. Lâkin bundan sonra onun davranışlarının sözlerine uygun olup olmayacağını bilmiyoruz. Eğer yüreği diline mutabık olursa, kan akmaması için biz ona itaat ederiz ve reaya güvende olur. Eğer bu sözlerin hilâfını görürsek Yüce ve Ulu Allah’ın irade buyurduğu meydana gelir. ”dedi.

Sultan Mesud’un Selçuklulara yenilmesi, yenilgiyi de kabul edip muhtelif hediyeler vermesi civar bölgelerde bir hayli etkili oldu. Artık Selçuklular önlenemez bir şekilde büyüyordu. Nitekim Selçuklu Subaşı’na Merv âlimleri; “Bu vilâyetin halkının âvam ve asilleri, memur ve âmirleri Selçuklu Devleti (Devlet-i Kâhire-i Selcûkiyye)’ne meyillidirler. Akıllarında asla bir kötülük ve hainlik yoktur. Çünkü zaman içinde onlardan bu bölgenin halkına sadece çeşitli hayır ve bereket gelmiş olup belki can ve mallarıyla yardım ve desteklerini de esirgemeyeceklerdir.” dediler.

Çağrı Bey’in Nişabur’a gönderdiği elçi durum hakkında bilgi verince tıpkı Merv’de olduğu gibi buradaki ulema, fukaha, â’yan, rüesa, vulat ve ümera hediyelerle Selçukluların otağına gittiler. Tuğrul Bey’in tahtının önünde övgü ve duada bulundular. O bölgede Belh dışında Horasan şehrinin tamamında hutbe iki kardeşin adına okundu.

Tuğrul Bey, Bağdat’ta bulunan Halife’nin zor durumda olduğunu görerek oraya gitti. Çok iyi karşılandı. Fanatik bazı Şiiler başkaldırmışsa da hemen bertaraf edildiler. Bu işlerle uğraştığı esnada üvey kardeşi İbrahim Yınal, İliğ Han tarafından aldatılarak Hemadan’da isyan etti. Bağdat’tan ayrılarak doğru Hemedan’a giderek isyanı bastırdı. Kardeşini hezimete uğrattı. Daha sonra kendinden istediğini alamayan İliğ Han, Yusuf’u olduğu gibi İbrahim’i de öldürdü.

Tekrar Bağdat’a geldi. Halife Ka’im Biemrillah ile Nehrevan’da buluştular. Tuğrul Bey, Halife’yi Besasir’den kurtardı. Geç kaldığından dolayı özür diledi. Halife’ye büyük saygı gösterdi. O da ona iltifatlarda bulundu.

Halife’ye; “Eğer izin verirseniz Besasiri’nin layık olduğu cezayı verir, Muntasır’ı da memleketten uzaklaştırırım.” dedi. Halifenin buna müsaade etmemesi üzerine Bağdat’a hareket ettiler. Büyük bir nümayişle karşılandı. Böylece Halife ikinci defa Tuğrul Bey’in yardımıyla riyaset ve hükümet makamına oturmuş oldu.

Büveyhi devletinin Şii başkanı el-Melikü’r-Rahim’i hapsedip devletine son verdi.

HİLAFET VE SELÇUKLULAR

Hazreti Muhammed (s.a.s)’in vekili kabul edilen halife, başlangıcından itibaren devletin hem dinî hem de dünyevî yetkilerini kendilerinde toplayan kişidir. “Hulefa-i Râşidîn”, “Car-i Yar-i Güzîn” daha çok “Dört Büyük Halife” diye isimlendirilen Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali bu ünvanı en iyi temsil eden kişilerdir. Yaptıkları hemen tüm işlerini Allah’ın kitabı ve Resulün sünnetine göre yapmışlardır. Bu yüzdendir ki, tüm İslam âleminde (Şia hariç) ismi geçen bu dört halife istisna bir yere sahiptir.

İslam’ın bu parlak döneminden sonra bu makam ve bu makamı temsil edilen kişiler yer yer inişli çıkışlı uygulamalar ortaya koymuştur.

632 tarihinde Hz. Ebubekir’le başlayan halifelik serüveni 1923 yılında cumhuriyetin ilanı ve 1924 tarihinde son halife Abdülmecid’in TBMM’de halifeliğinin kaldırılması ve yurt dışına sürülmesiyle sona ermiştir.

Selçuklular, ciddi bir nüfuzu olmayan Halife’nin/Halifeliğin Bağdat’taki varlığını mümkün mertebe korumaya, saygınlık kazandırmaya gayret etmiştir. Bu yüzden halife, dünyevî salahiyetlerini bir anlaşma ile Tuğrul Bey’e devretmiştir. Değişik ifadeyle Tuğrul Bey, dini işleri Halife’ye bırakırken dünya işlerini de kendi uhdesine almış oldu. Yapılan bu anlaşmaya hemen tüm Selçuklu sultanları kusursuz uydu. Tuğrul Bey başta olmak üzere birçok Selçuklu Sultan’ı halifeye ya kızını vermiş veya kızını almıştır.

Sultanların ölüm haberi Bağdat’a geldiğinde Halife, Selçuklu devletinin vasalı olan Arap ve Kürt melik ve emirlerine mektup göndererek durum hakkında istişare yapmak üzere Bağdat’a çağırırdı. 

Bu olay yani din işleri ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması yalınız Türk tarihi açısından değil İslam tarihi açısından da fevkalade önemlidir.

Tuğrul Bey’in halifeyle olan ilişkisini Fransız tarihçi Deguignes’in 1756-1758 yılları arasında 5 cilt olarak yazdığı kitabında geniş yer vermektedir. İsmi geçen bu kitap 1924 yılında Hüseyin Cahit Yalçın tarafından “Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sair Tatarların Tarih-i Umumisi”  diye Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

Kitapta, Tuğrul Bey ile Halife arasındaki ilişki şöyle anlatır: “Bu muzafferiyetten sonra Tuğrul Bey Bağdat yolunu tuttu… Bağdat’a girdi… Halife siyah bir perdenin arkasında oturmuştu… Elinde âsay-ı peygamberi bulunuyordu. Tuğrul Bey, Halife’nin tahtına yaklaşınca yeri öptü. Bir müddet ayakta durdu. Sonra tahta doğru yürüdü. Kendi de başka bir taht üzerine oturdu. Bir ferman okundu. Halife bununla Tuğrul Bey’i Cenab-ı Hakkın ona bahşetmiş olduğu bütün memalikin sahibi ve bütün Müslümanların hâkimi olarak tanıtıyordu. Tuğrul Bey’e üst üste ‘7’ hil’at giydirildi… Başına misk ile dolu ahun işlemeli bir kumaş örtüldü. Sonra biri Arabistan diğeri Acemistan için iki taç giydirildi. Ardından halife, Tuğrul Bey’e altın ile müzeyyen bir kılıç verdi. Bu merasimden sonra Tuğrul Bey yerine döndü. Yeri öpmek istediğinde halife mâni oldu. Halifenin iki defa elini öptü. Halife Kaim Biemrillah ona ikinci bir kılıç daha hediye edip ikisini de beline bağladı. Nihayet Tuğrul Bey, Şark ve Garp Hükümdarı ilan edildi.”   

Hiçbir nüfuzu kalmayan Halife sadece halkın gösterdiği hürmetle iktifa ediyordu. Tuğrul Bey ile beraber İslam âleminin idaresi ona yani Türklere geçmiş oldu. Bu nüfuza rağmen yukarıda da değindiğim gibi Tuğrul Bey dinî riyaseti Halifeye, dünyevî siyaseti ise kendi almıştır. Böylece zayıflamış olan halifenin otoritesi her ne kadar eski gücüne kavuşmasa da bir nebze de olsun ivme kazanmıştır.

Halife ile Sultan arasındaki ilişkiye sıcak bakmayan Mustafa Kemal Paşa, Tuğrul Bey’in Halife’ye böyle davranmasını hiç doğru bulmamıştır. Yapılan bu muameleyi hata olarak görmüştür. Ayrıca bu halin Türk tarihinde hep acı ve yakıcı sonuçlar doğurduğunu ifade ederek eleştirmiştir...

Ehlinin dışında genelde Selçuklular özelde sultanlar yeterince tanınmamaktadır. Hacimli olmayan bu yazımla ceddimizin tanınmasına ve tanıtılmasına bir nebzecik de olsun katkım olursa kendimi mutlu addedeceğim.

Not: Büyük Selçuklu Sultanlarını bu sütunda tanıtmak istiyorum. Yazımın sonunda faydalandığım eserlerin isimlerini vereceğim.