Bizleri aşama aşama kemale eriştiren Rabbimizi tanımamızı sağlayan, bizlere varoluş sebebimizi bildirip önce kendimizle sonrasında insan, eşya, tabiat ve kâinatla ilişkimizi düzenleyen, ebedî mutluluk yurdu ahireti müjdeleyerek onun izdüşümü mesabesindeki dünyayı anlamlandıran bir kitap olan Kur’an-ı Kerim’i öğrenip okumak, öğretmek, dinlemek, anlamak ve anlatmak, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminden bugüne hem ibadet hem de dinî bir görev addedilmiştir. Nitekim “oku” emriyle başlayıp bilgiyi ve bileni yücelten Kur’an’ı ilk öğrenen, ilk okuyan, ilk yaşayan ve ilk öğreten insan olan peygamberimizin lisanından sadır olduğu şekliyle bu yüce Kitabı kıyamete kadar taşımayı vazife edinen; “Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır...” (Enbiya, 21/10.) ayetiyle şan, şeref ve itibar kaynağının yalnızca Kur’an olduğuna inanan ve bu inancını her daim canlı tutan eslafımız; “Sonra biz o Kitabı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras olarak verdik...” (Fâtır, 35/32.) ayetinden feyz alarak ashabın peygamberimizden öğrendiği Kur’an’ı, sonraki nesillere aktarıp hem sudurda hem de suturda muhafaza etmiştir.   

Bu doğrultuda, dinî literatürde başta Yüce Allah’ın, sonrasında da can taşıyan her varlığın hakkını gözetme, hizmetinde bulunup rızasını alma şeklinde tebarüz etmiş bir ifade olan “hayr” kavramına Kur’an özelinde en üst değerin verildiği; “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve onu öğreteninizdir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15.) hadisiyle resmedilen bahtiyarlığa mazhar olabilmek için İslam’ın ilk yıllarından itibaren dinin temel kaynağı olan Kitabımızın öğrenilmesi, öğretilmesi, okunması, ezberlenmesi, anlaşılması ve eşsiz mesajının iyi bir şekilde kavranarak hayata geçirilmesine büyük önem verilmiş, bunun gerçekleştirilmesi için kayda değer bir çaba sarf edilmiştir. Şüphesiz bu konuda Hz. Peygamber’in emir, teşvik ve tavsiyeleri önemli bir rol oynamıştır. Nihayetinde, İslam eğitim sisteminin başlangıç noktası olan Kur’an öğretimi, İslâm tarihinde ilk teşekkül eden ilmî disiplinlerden biri olmuş, tarih boyunca hep ön sırada yer almış ve güncelliğini korumuştur.

Kur’an eğitim-öğretiminin biricik kaynağı olan ve çevresindekilere ayetlerin okunması, anlaşılması ve hayata tatbik edilmesi noktasındaki ilk eğitimlerini veren sevgili Peygamberimiz, bahse konu hususun somut yansıması olarak Mekke’deki Müslümanlara yeni dinin esaslarını öğretmek ve inen ayetleri okuyup açıklamak maksadıyla, ilk Müslümanlardan olan Benî Mahzûm kabilesinden Erkâm b. Ebi’l-Erkâm’ın evini merkez olarak seçmiştir. Abdullah b. Mes’ûd, Mus’ab b. Umeyr gibi sahabilerle neşvünema bulan, icra ettiği fonksiyon ve oluşturduğu etki yönüyle İslâm dininin yayılıp kurumsallaşmasında önemli bir yapıtaşı olan ve İslam tarihindeki ilk eğitim-öğretim merkezi kabul edilen Dâru’l-Erkâm’da yürütülen eğitim-öğretim faaliyetleri, sonraki süreçte İslâm eğitim-öğretim tarihinin sistematik başlangıcını oluşturan, ibadet mekânı olmasının yanında aynı zamanda fonksiyonel bir eğitim kurumu olarak ilk numuneleri Asr-ı Saadet döneminde göze çarpan mescitler marifetiyle taçlanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber’in hicret yolunda Medine’ye varmadan inşa ettirdiği ve İslam tarihinin ilk müstakil mescidi olan Kuba mescidinin tamamlanmasının ardından, söz konusu mescidin içerisinde başta Kur’an ilimleri olmak üzere, diğer ilimlerin de tedris edildiği halkalar oluşturulmuş ve bu uygulama, Allah Rasulü’nün Medine’ye varır varmaz yaptırdığı Mescid-i Nebevî’de oturumlar hâlinde devam etmiştir. Bu meyanda Mescid-i Nebevî, bünyesinde teşekkül eden ve İslam eğitim tarihinin ilk üniversitesi kabul edilen “suffe” ile daha sonraları asırlar boyunca kurulacak olan mescitlere öncülük eden bir kimlik kazanmıştır.

Öte yandan, Hz. Peygamber döneminde başlayan eğitim-öğretim faaliyetlerinin Hulefa-yı Raşidin döneminde de hız kesmeden devam ettiği bilinmektedir. Nitekim halifeler, İslam coğrafyasının hızla genişlemesiyle, İslam tarihinin ilk hafızları olan sahabeyi muhtelif bölgelere göndererek Kur’an eğitiminin devam etmesine öncülük etmişlerdir. Özellikle Hz. Ömer dönemi bu anlamda analiz edildiğinde, Ebu Musa el-Eş’arî’nin Hz. Ömer’e mektup yazarak Basra’da birçok kimsenin Kur’an’ı ezberlediğini haber vermesi üzerine, halifenin ona cevaben yazdığı mektupta Kur’an öğretmenlerine maaş bağlanmasını emretmesi, konuya verilen değeri göstermesi açısından mühim bir referanstır.

Kur’an öğretimi alanında İslam tarihinin ilk dört asrına mührünü vuran mescitler, yerini Kur’an öğretiminin müstakil olarak icra edildiği “dâru’l-Kur’an” adı verilen medreselere bırakmışlardır. Bununla birlikte, Kur’an’ın ezberletilmesiyle onun korunmasına yönelik ilahi vaadin gerçekleşmesine beşiklik eden dâru’l-huffazlar ve ilm-i kıraat, ilm-i mehârici’l-huruf gibi Kur’an ilimlerinin yüksek seviyede öğretildiği kıraat enstitüleri ayarındaki dâru’l-kurralar, Kur’an öğretim tarihinde iz bırakmış nadide yapılardır. Bahsi geçen isimlerle nitelendirilen eşsiz müesseseler, Cumhuriyet dönemine gelindiğinde “Kur’an kursları” adıyla maruf olmuştur. Bu itibarla, Hz. Peygamber döneminden itibaren ev, suffe, mescit ve medrese şeklinde yürütülen Kur’an öğretim faaliyetleri, günümüzde Kur’an kurslarıyla daha yapısal ve sistematik bir karakter kazanarak fevkalade şükrü mucip bir seviyeye ulaşmıştır.

Bu noktadan hareketle ifade edelim ki lafzı, nazmı ve manasıyla bir bütün olan hayat kaynağımız Kur’an’ı, harflerinin mahreç ve sıfatlarına riayet ederek en doğru şekilde öğrenip okumanın yanında; onu akıl-kalp birlikteliği ile tezekkür, tefekkür ve tedebbürü merkeze alarak en doğru şekilde anlama, en güzel ve en doğru biçimde yaşama, en ideal boyutta örneklik arz edip rehberlikte bulunma ve en doğru bilgi ile anlatma, bizlerin önünde ihmal edilmeyecek bir şuur ve sorumluluk dersi olarak durmaktadır. Zira modern yaşayış biçimlerinin hayatımızı bütün yönleriyle etkisi altına aldığı; maddiyat düşkünlüğü, güç ve çıkar tutkusu, tüketim iştahı ve aşırı dünyevileşmeyle ciddi savrulmalar yaşadığımız günümüz dünyasında zihnimizi, kalbimizi ve ruhumuzu imana, tevhide, hakka, hakikate, adalete, ahlâk ve fazilete çağırarak kötülük ve cehaletten uzaklaştıran Kur’an’dan soyutlayıp ona yabancılaştığımız, dikkati calip bir husustur. Bu sebeple duygu, düşünce, davranış ve ideallerimizi Kur’an’la bütünleştirmek, onu layıkıyla anlamak için emek verip hürmetle hizmetinde bulunmak, onun çağlar üstü mesajını rehber edinerek yoluna râm olmak, bizlere iki cihan saadetinin anahtarını sunacak esaslı değerlerdir.

Bu vesileyle, yaşadığımız dünyanın yüce kitabımız Kur’an’ın evrensel hakikatleriyle mamur olmasını, insanlığın bu büyük hazineden layıkıyla istifade etmesini umuyor, ahirete irtihal eden Kur’an hadimlerine Yüce Allah’tan rahmet diliyor; hayatta olanlara sıhhat ve afiyet içerisinde daha nice hizmetler nasip etmesini niyaz ediyorum.