Dr. Emin Acar - 1

(1926 Bursa/İnegöl-3 Nisan 2016 Ankara)

Askere 1989 yılının Ağustos ayında gidip, 1990 yılının Mart ayında geldim. Askerî vazifemi kısa dönem olarak Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı’nda 209. dönem olarak yaptım.

Emin Acar’la askerliğin ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle alakası var; sekiz aylık askerliğim süresince devletin değişik kurumlarında çalışan o kadar değerli insanlarla tanışıp görüştüm ki! Anlatamam. Bu kadar kıymetli insan bir araya gelince de askerliğin dışında fırsat buldukça çok güzel muhabbetlerimiz oluyordu. Gene böyle bir muhabbet esnasında konu Ankara’daki değerli insanlardan bahis açıldı. İsmi geçenlerden biri de Hacıbayram’ın yanında doktorluk yapan Dr. Emin Acar’dı. Asker arkadaşım Ali Kemal ondan bahsederken ağzından ikinci bir Emin Acar çıkıyordu. Geçmişte birkaç kez değerli şair dostum Abdullah Gülcemal’dan duymuştum ama Ali Kemal’in anlattığı kadar tafsilatlı dinlememiştim.

Adını ve hizmetlerini duyduğum o andan itibaren en kısa zamanda ziyaret etmek için bir iştiyak oluştu. 15 Mart 1990 yılında teskereyi aldığımda henüz memleketim Nevşehir’e gitmeden Ankara’ya giderek ziyaretinde bulunmak istedim. Maalesef yerinde olmadığı için ziyarette bulunamadım.

Bu ziyaret edememe hali 2013 yılına kadar devam etti. O tarihte Türk Tarih Kurumu Başkan Yardımcısı olarak göreve başladığımda ilk işlerimden biri Emin Acar’ı ziyaret etmek oldu. O tarihten vefât ettiği 03 Nisan 2016 tarihine kadar imkânım nispetinde eskinin kazasını yaparcasına sıkça ziyaretinde bulunmaya çalıştım.

Emin Acar Necmettin Erbakan Hoca’nın 1969 yılında Milli Nizam Partisini (MNP) kurduğunda kendisiyle istişare ettiği kişilerdendir. Nizam Partisi kapatılıp yerine Milli Selamet Partisi (MSP) kurulduğunda da 1973 yılında yapılan Milletvekilliği genel seçiminde Bursa’dan vekil seçildi.

Meşum 28 Şubat’ın oluş sebeplerinden bir olarak gösterilen başbakanlıktaki iftar davetine çağırılanlar arasında Emin Acar’da vardı.

EMİN ACAR HACIBAYRAMDAKİ MEKÂNINDA NE YAPARDI?

Emin Acar önceleri daha sade son dönemde biraz daha iyileştirilmiş, zamanının çok büyük bir kısmının hatta tamamına yakınının geçtiği mekânda ne yapardı? Yukardaki resimde kısmen gördüğünüz gibi o asla lüks olmayan oldukça mütevazı bir yerde otururdu. Çok konuşmaz. Gelenlerin durumuna göre bazen soru sorar, aldığı cevaba göre çok az da olsa katkıda bulunduğu olurdu. Bazen gelenlerden birine Kuran okutup dua ettirdiği gibi kendinin de bazı zamanlarda dua ettiği olurdu.

Oturduğu yere göre sağ tarafta Sudi Arabistan’ın Mekke’den yayın TV kanalına bağlı sürekli -biraz da fazla sesli- Kuran okuyan bir televizyon, sol tarafında ise bir ses kaydından mütemadiyen ezan okuyan bir CD’i çalar vardı.

Bu durum istisnasız sabah saat on bir gibi ziyaretçilerin gelmesiyle başlar gecenin geç saatine kadar devam ederdi. Hacıbayram’ın etrafında bulunan ihtiyaç sahibi herkes gelir ziyaret eder, çorba içer ve giderdi. Ankaralıların dışında ziyaretçileri, ülkenin hemen her tarafından gelirdi.

Gene oturduğu yerin sağında parmaklıklardan oluşan küçük bir mekân daha vardı. Orada eğer bayan ziyaretçiler gelirse onlar oturur, bayan olmaz da erkek misafir çok olursa onlar otururdu.

Üst katta çok güzel bir kütüphane hafta da bir de (Perşembe) hastalarına baktığı muayenehanesi vardı.

Oturduğu yerin alt katında mütemadiyen kaynayan bir kazan vardı. Çorba hemen hiç eksik olmazdı. Çorba derken içinde her şey olurdu. Hayatımın hemen her alanında ve her şeyde sadeliği seven biri olarak içinde her şeyin bulunduğu çorbayı içmekte çok zorlanırdım. Ne var ki Emin hoca “iç” deyince içmemekte olmazdı. Alışmıştım.  

Ziyaretten bahsedilir de tuzlu ekmekten bahsetmemek olur mu? Tahta sehpaların üzerindeki ağzı kapalı alüminyum ve emaye tencerelerin içinde doğranmış tuzlu ekmek olurdu. İhtiyaç hisseden oradan alır ve yerdi. Bazen yenmesi için ısrar ettiği de olurdu. Unutulmaması gereken bir hususta ziyaretten gidenler isterlerse evine ekmek te götürebilirdi.

Oturduğu yerin sağ ve sol tarafındaki göz göz raflarda muhtelif ayet, hadis ve öğütlerden oluşan fotokopisi çekilmiş irfan ehli zatların öğütlerinden oluşan belgeler olurdu. Özellikle yeni gelenlere o belgelerden verirdi.

Elini hiç öptürmezdi. Teganniye yönelik hiç bir halini görmedim. Son derece tabi bir hali vardı. Tarikatta şeyhe yapılan rabıtaya, özellikle de kadınların rabıtasına çok büyük tepki gösterirdi…

Onun Ankara’nın manevi direği Hacıbayram semtindeki bulunduğu yer, bizlere nostaljik gibi gelen eski dergâhları andırıyordu…  

İLGİNÇ BİR OLAY

Bir müddet gelip gittikten sonra gördüğüm ve dinlediklerimden hareketle Emin Hoca hakkında bir yazı kaleme aldım. Gene bir gün ziyarette bulunup ayrılırken; “hocam, hakkınızda yazdığım yazıyı size takdim edeyim. Okuyun. Okuduktan sonra ilave veya çıkartılması gereken bir husus varsa gereğini yapayım” dedim. Dedim demesine ama o ana kadar hiç görmediğim şekilde yüz hatları gerildi. Seri bir hareketle elimdeki kâğıdı aldı ardından; “sakın hakkımda yazmayın…” Dedi ve yanındaki Saim beye verdi. Biraz da şakın vaziyette; “Hocam insanlar yaptıklarınızı ve söylediklerinizi bilsinler istedim” dedim. “Bilmesinler” dedi.

Buraya kadar olan gayet normal. Ertesi gün çıktısını aldığım bilgisayardan o yazıyı alıp saklamayı düşündüm. Bir gün benden önce hak vaki olur da yayınlarım diye. Ne göreyim masa üstünde yazı yok olmuş. Oradadır buradadır diye aramadığım yer bırakmadım. Maalesef bulamadım. Bilgi işlemci arkadaşı çağırdım. Durumu izah ettim. O da aradı maalesef o da bulamadı…

Fotoğraf konusundaki tavrını bilmediğimden bir gün de fotoğrafını çekmiştim. Görünce; “Yavrum çekme. Lütfen Çektiğini de sil” dedi. Sildim ama yazıma koyduğum yukardaki fotoğraf kalmış. Tesadüfen buldum.

Yaşadığım bu olaydan sonra internetten varsa eğer resmini ve hakkında yazılmış yazıyı indireyim dedim. Doğru dürüst yeni çekilmiş bir resmini bulamadım. Sadece Ezel Everdi’nin kaleme aldığı bir makaleyi bulabildim.

Gene bir ziyaretimde Tarih Kurumu tarafından yeni baskısı yapılan, rahmetli Mehmet Köymen’in yayına hazırladığı Büyük Selçuklu Devletinin bilge veziri Nizâmü’l-Mülk tarafından kaleme alınan meşhur “Siyasetname” kitabını hediye ettim. Kitaba şöyle bir göz attıktan sonra; “yavrum Nizâmü’l-Mülk’ün İranlı olduğu yazılmış, oysa o Türk” dedi. “Hocam bu konuda eğer bir deliliniz varsa Köymen hocanın varislerine iletir düzeltebiliriz” dedim. Nitekim ertesi gün Köymen hocanın yaşayan kerimesini arayarak durumu ilettim. O da tıpkı benim dediğim gibi o da; “Ahmet bey eğer bu konu da elinde bir bilgi veya belge varsa düzeltebiliriz” dedi. Ertesi gün durumu ilettiğimde Emin hoca sessiz kaldı…

İlerlemiş yaşına rağmen zihni son derece doru, söyleneni anlıyor ve yeri geldiğinde açıklamalarda bulunuyordu. Çok hayret ettiğim hususlardan biri de Türkiye hatta dünyada olup bitenleri çok iyi takip etmesidir. Bakarsınız Yahudilerin Filistin’de, Rusları Çeçenistan’da, Çin’in Sincan Özerk Bölgesindeki Uygur Türklerine yaptıkları zulümden bahsederdi. Bazen de Mecliste siyasi grupların yaptıklarından bahsederdi… Hulasa o örnek alınacak son derce duyarlı bir Müslümandı.

Emin Acar’ın cenazesine çok sayıda insan katıldı. Namazını Ankara İlahiyat hocalarından Ahmet Nedim Serinsu kıldırdı.

Elli yılı aşkın siyaset, sanat ve fikir erbabının uğrak yeri Dr. Emin Acar’ın nostaljik yeri duruyor ama kendi yok. Kiminin doktoru, kiminin hocası, kiminin şeyhi, kiminin ihtiyacını giderdiği fakir babası tüm bunların ötesinde Ankara’nın manevi önderi Emin Acar artık yok. O yaratıcısına, kendine meftun olduğu ve çok sevdiği peygamberine kavuştu. Cenabı Hak’tan sonsuz rahmet diliyorum.