Süfyan b. Abdullah, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bir soru sorar; “Ey Allah’ın Resulü, bana İslam ile ilgili, hakkında başka kimseye soru sormama gerek kalmayacak bir şey söyle” Bunun üzerine Hz. Peygamberimizin cevabı “Allah’a iman ettim de, sonra dosdoğru ol” şeklinde olmuştur (Müslim, İman, 62). Dosdoğru olmak, yaşantımızın her anında karşımıza çıkan kavramlardan bir tanesidir. Hayatın her alanında, istikamet üzerine hareket etmek, kötü davranış ve hasletlerden uzak durmak gibi anlamları da içinde barındırır.

Burada dikkat çeken husus, sorulan sorunun ilginçliği kadar verilen cevabın da basitliğidir. Bu kadar net ve geniş bir kapsam alanı olan soru karşılığında acaba nasıl bir cevap verilebilir ki diye düşünürken, iki husus beliriveriyor. Önce “iman” kavramı zikrediliyor. Müslümanlığın ve teslimiyetin en önemli ve ilk adımı olan iman. Samimi bir imanın kalbe vermiş olduğu huzur ve mutluğu yaşadıktan sonra yapmamız gereken ikinci adım için “dosdoğru ol” ifadesi kullanılıyor.

Hakiki bir imanın üzerine inşa edilmiş dosdoğru bir hayat, bu zor sorunun basit cevabı olarak hadis kitaplarındaki yerini almış oluyor.

İmanın ne demek olduğunu bildiğimize göre, dosdoğru bir yaşamdan anlamamız gereken nedir diye kendimize soralım? Aynı fikir ve düşüncede, ömrünün sonuna kadar hiçbir farklı görüşe açık olmadan yaşamak mı? Yoksa, Kuran ve sünnetin belirlediği temel esaslara bağlı kalarak, geçmişin mirasını heybesine doldurup, yeni düşünceleri de tartabilen ve değerlendirebilen bir yol mudur dosdoğru olmak?

Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabelerinin, onlardan sonra gelen temsilcilerinin izlediği ve nesilden nesile neredeyse tevatüren nakledilen yol olarak düşünülebilir. Dosdoğru yolu bir nehir olarak da düşünebiliriz. Kıtalar dolaşarak, mecrasında akan ve güzergahı belli olan bir nehir. Kaynağını Kuran ve sünnetten alan bu nehir, takip ettiği nehir yatağı boyunca yoluna devam eder. Her zaman dümdüz bir şekilde yoluna devam etmez. Karşısına dağlar çıktığında etrafından dolaşır. Delmesi gereken engeller çıktı mı kararlığı ile onları deler ama yoluna devam eder. Bu nehrin, yolculuğu boyunca takip ettiği yol dosdoğru yol olan ana gövdeyi oluşturur.

Müslümanın durumu kararlılıkla ileriye doğru zeminin ve doğanın şartlarına göre kendisine yol bulup ilerleyen bu nehrin durumuna benzer. Yaşadığı dönemin ve coğrafyanın şartlarına göre, sahip olduğu ilkeler doğrultusunda karşılaştığı problemlere çözümler üreterek yoluna devam devam eder. Geleneğin tecrübe ve birikimlerinden istifade ederek yeni düşünce ve fikirlere de açık olarak dosdoğru bir yol takip eder. Bu yol her zaman düz ve meşakkatsiz olmaz. Burada iki önemli husus öne çıkıyor. İnandığı değerler etrafında gösterdiği kararlılık ve pes etmeden, yorulmadan ileriye doğru yürümek.

Bir başka bakış açısı ile şöyle de değerlendirilebilir. İmanın saf ve samimi halini hayatı boyunca sürdürmeye çalışmak. İnandığı yolda ilk günkü gibi saf, temiz ve samimi kalabilmek. Bir çocuğun sahip olduğu masumiyeti ve günahsızlığı ömrünün her anına yayabilmek ve sürdürebilmek. İman, inancın en saf ve temiz halidir. Henüz kirlenmemiş düşüncelerimizin ve davranışlarımızın en masum halini temsil eder.

Her iki durumda da samimi bir iman ile kararlı bir şekilde, çağın kirlenmişliklerinden uzak durmaya çalışarak inandığı değerlere sahip çıkıp yol yürümeyi ifade ediyor bu hadis. Bu manaları taşıyan bir yolcuğun akabinde karşılaşacağımız durumu da Allah (c.c.) şu şekilde mealen bizlere haber veriyor: ““Rabbimiz Allah’tır” diyen sonra da devamlı bu söze uygun yaşayanlara ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir. İşte bunlar, yaptıklarının karşılığı olarak cennette ebedi olarak kalacak olanlardır (Ahkaf, 46;13-14). Rabbim, iman eden ve dosdoğru olan kullarından eylesin bizleri...