Kapitalizmin Hz. Adem’den (a.s.) beri var olan gelenekten en büyük sapma olduğu söylenir. (Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat, DİB Yayınları, s.18) Bu sapmanın en fazla tüketim alanında meydana geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Kapitalizmin üzerinden bir silindir gibi geçtiği ve bireyle birlikte onun isteklerini de putlaştırdığı son birkaç yüzyılda, insanlığın ve bilhassa Müslümanların kendilerini ciddi bir şekilde sorguya çekme zamanı geldi ve hatta geçmektedir.

Günümüzde aşırı tüketim sonucu yapılan israf ciddi boyutlara varmış ve tabiata çok fazla zarar veren bir duruma gelmiştir. İnsanlık bilhassa kapitalizmin teşvik ettiği sınırsız tüketim duygusuyla geleceği düşünmeden, sonraki nesillerin de hakkını tüketmektedir. Bu zararı önleyebilecek yegane şey ise İslam dininin ortaya koyduğu genel ilkelerdir.

İslam dini insanların ihtiyaçlarını gidermesine meşru ölçülerde izin vermiştir. Bu alanda helal dairesini geniş tutmuş, haramlar ise sınırlı kalmıştır. Bu sınırlamaların bir kısmı tüketilen şeylerin bizzat kendileriyle ilgiliyken önemli bir kısmı ürünlerin tüketiminde konulan ölçülerle ilgilidir. Bunların başında da israf gelmektedir.

İsraf genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder. Konuyla ilgili ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: “Ey Âdemoğulları! Her mescid(e gidişiniz)de güzel elbiselerinizi giyin, yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31) Resûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: “Kibre düşmeden ve israfa kaçmadan yiyin, sadaka verin/harcayın ve giyinin!” (Nesâî, Zekât, 66)

İslam alimleri hayata dair ihtiyaçları genel olarak üç kısımda ele almışlardır. Bunlardan ilki can, nesil, akıl, mal ve dinin korunması yolunda duyulan zarurî ihtiyaçlar olup (zarûriyyât), hayatın olmazsa olmazlarıdır. İkincisi, karşılanmadığında sıkıntıya düştüğümüz genel gereksinimlerdir (hâciyyât). Üçüncüsü ise, etik ve estetik açıdan hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren ihtiyaçlardır (tahsîniyyât). Âlimlerimiz, bu üç ihtiyaç grubunun dışında kalan ve nefsanî istekleri tatmine yönelik harcamaların israf olduğunu belirtmişlerdir. Kaldı ki, ihtiyaç sıralamasına riayet etmeden harcamada bulunmak israf sayıldığı gibi, bu ihtiyaçların bir kısmının da kimi zaman israfa varacak boyutlarda karşılanması söz konusu olabilir. Zira farklı sosyokültürel ve ekonomik şartların icabı olarak temel ihtiyaçların farklı değerlendirildiği bir gerçektir. (Hadislerle İslâm, c. 3, s. 519)

Temel ihtiyaçların dışındaki lüks harcamalar, bireyi ihtiraslarına mahkûm ettiği gibi yaşadığı toplumu da huzursuz etmektedir. Yiyecek, giyecek ya da yakacak gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların olduğu bir toplumda şımarıkça yapılan harcamalar elbette insanlarda kin ve nefrete yol açabilir. Ve elbette İslâm dini böyle bir durumu reddetmiş ve topluma ilgisiz bir şekilde kendi refahını düşünenleri en ağır biçimde eleştirmiştir: “...Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düştüler...” (Hûd, 11/116) (Hadislerle İslâm, c. 3, s. 521-522)

Asr-ı saadet döneminde geçen şu hadise israf konusuna nasıl bakmamız gerektiğine dair önemli işaretler vermektedir: Bir gün Sa’d b. Ebû Vakkâs (r.a.) abdest alırken Resûlullah (s.a.v.) onun yanına uğramıştı. “Bu ne israf?” buyurdu. Sa’d, “Abdestte de mi israf olur?” diye sorunca, Resûlullah (s.a.v.), “Evet, akan bir nehirde(n) bile (abdest alıyor) olsan (israf olur).” diye cevap verdiler. (İbn Mâce, Tahâret, 48) Hz. Peygamber’in bu tavrı acaba suyun kıtlığından mıydı? Yoksa o, bir bilinç inşa etmeyi, bir Müslüman hassasiyeti oluşturmayı mı amaçlıyordu? Elbette ikinci şıkta belirtildiği gibi bir bilinç inşa etmeyi istiyordu. Müslümanlar olarak, oluşturulmak istenen bu bilincin ve ahlak sisteminin neresinde olduğumuzu sorgulamalı ve kendimizi ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirmeliyiz.

Kapitalizmin amacı her daim büyümektir. Bu hedefine ulaşabilmek için sınır tanımamakta, temel ihtiyaç olmayan şeyleri bile en temel ihtiyaçmış gibi sunmaktan çekinmemektedir. Bu noktada Müslümanların takınması gereken tavır her konuda olduğu gibi ihtiyaçların temininde de orta yolu benimsemektir. Örneğin şu ayet bize orta yolun ne olduğunu göstermektedir: “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” (İsrâ, 17/29)

Aklımıza düşen her şeyi anında yerine getirme gayretinde olduğumuz, nefsimizin arzularını yerine getirmekte bir anlık gecikmeye bile tahammül etmediğimiz, kendimize yetmezmiş gibi çocuklarımıza da bu duyguları yüklediğimiz şu haz ve hız çağında Hz. Peygamberin (s.a.v.) şu buyruğunu çokça hatırlamamız gerekir: “Canının çektiği her şeyi yemen israftır.” (İbn Mâce, Et’ıme, 51)