Hz. Mevlana insanları dinimizin eşsiz güzelliklerine çağıran bir mutasavvıf idi. O hayatı boyunca örnek bir ahlak üzere yaşadı. Hayatında olduğu gibi ölürken de insanlara öğüt vermeye devam etti.
Ona göre dünyaya gelmek nasıl bir hakikat ise ölüm de o hakikatin diğer yüzüydü. Hz. Mevlana’ya göre ölüm yokluk ya da ayrılık demek değildir. Aksine ölüm en yüce dost ve sevgili olan Cenab-ı Hakk’a kavuşmaktır. Bu sebeple o, ölüm gününe vuslat yani kavuşma günü; gecesine de şeb-i arus yani düğün gecesi adını vermiştir.
Hz. Mevlâna için ölüm, yeniden doğuştu. “Bu yanda ölümdür ama, o yanda doğumdur” derken esasında asıl vatanımıza dönüş olarak görüyordu ölümü. O, ölümü korkuyla değil sevinçle karşılıyordu. Ölümünden sonra kimsenin ağlayıp sızlamasını, yas tutmasını istemiyordu. Düğün gününde gam, keder olmazdı:
Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma...
Benim için ağlama, yazık, vah vah deme;
Şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır,
Cenâzemi gördüğün zaman firâk, ayrılık deme,
Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır.