Çoğu zaman idrakine varamadığımız bir gerçek vardır. Ölüm ve ötesi… Şöyle geriye dönüp baktığımızda, zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalim-mazlum nice insanın bu dünyadan gelip geçtiğini görürüz. Birçoğunun yerinden yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün arzu etmesek de bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor. Biz de her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz. Şurası bir gerçektir ki, bugüne kadar ölümden yakasını kurtaran hiçbir insan yoktur. İstesek de istemesek de doğumla geldiğimiz dünyadan ölümle çıkıp gideceğiz.

Hiç şüphe yok ki, bu dünya fanidir. Her yeni eskiyecek ve her konan göçecektir. Her nefis, mutlaka ölümü tadacak, bu dünya hayatı sona erecek ve ahiret hayatı başlayacaktır. Nitekim sevgili Peygamberimiz, “Akıllı kimse, kendini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışandır” (Tirmizî, “Kıyamet”, 26) buyuruyor. Dinimize göre, hayat anlamsız bir var oluş olmadığı gibi, ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş değildir. Aksine hayat, hayırlı bir faaliyet alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız, ebedî âleme geçişi sağlayan bir dönüm noktasıdır.

Editör: Mehmet Çalışkan