Ne çok savunmasız, korumasız, yardıma muhtaç, merhamete hasret insanla aynı gök kubbeyi paylaşıyor, aynı havayı soluyoruz. Fakat görmüyor, duymuyor, hissetmiyoruz onları. Belki de gerçeğin aksine görmüş, duymuş, hissetmiş gibi davranıyoruz aynı havayı solumuyormuşçasına. Düşüncelerimizden, duygularımızdan, evimizden uzaklara koyuyoruz onları çoğu zaman…

Bazen ekranlarda birkaç dakikalık haber ya da bir gazetede birkaç satır olup çıkıyorlar karşımıza, ağzımızdan bir iki “vah, tüh, zavallı” kelimeleri dökülüyor, belki yarım ağız dua edip, Mevla yardımcıları olsun diyoruz. Sorumluluğumuzu Allah Teâlâ’ya havale etmenin huzuru ile devam ediyoruz hayata, kâbus görmüyoruz, hatta uykularımız bile kaçmıyor…

Kimsesizlerin kimsesi Allah Teâlâ’dır kuşkusuz. Ama biz kendimize şunları da sormuyoruz: kimsesizler bizim neyimiz? Mazluma ne kadar kardeşiz? Mazluma uzanmayan elimiz nedeniyle zulümden ne düşüyor bizim hissemize? Oysa Resulullah (s.a.s.) şöyle ikaz ediyor bizleri: “Mazlumun bedduasından sakının. Çünkü onunla Allah (c.c.) arasında perde yoktur.” (Buhârî, Zekât, 63)

SÖZÜN ÖZÜ

Ne kadar çoktur dostlar sayıldığında. Hâlbuki ne kadar azdırlar musibet anlarında.

İmam Şâfii

Kötülük yolunun çamuruna basma ki, ayağını yıkamak zorunda kalmayasın.

Ali Fuat Başgil

Editör: Mehmet Çalışkan