İslâm, dünya hayatını dışlayan, sadece ahiret hayatını hedefleyen bir din değildir. Yeter ki insan elde ettiği maddî imkânların mahkûmu olmasın ve onları Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullanabilsin. Mal, makam gibi dünyevi nimetlerin esiri olan insan şımarır ve kibre kapılır, zamanla kim olduğunu, niçin yaratıldığını ve dünya hayatının bir sınamadan ibaret olduğunu unutur, dünyasını da ahiretini de mahveder.

Mal ve servet düşkünlüğüyle şımaran Kârûn, Kur’an-ı Kerim’de bizlere anlatılan dünyevileşmiş bir insan tipidir. Kavmi Kârûn’a sahip olduğu servetin Allah’ın bir lütfu olduğunu, Allah’ın ona ihsan ettiği gibi onun da insanlara yardımda bulunması gerektiğini, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmanın kötülüğünü hatırlatınca o bunlara kulak asmadı. Servetini kendi bilgisi sayesinde elde ettiğini öne sürdü. (Kasas, 28/76-8) Neticede bitmez sandığı saltanat, tükenmez sandığı hazineler onu azaptan kurtaramadı.

“Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır” diyen Hz. Peygamber bizleri bu konuda uyarmıştır. (Tirmizi, Zühd, 26) Kârûn kadar servetimiz olsa da ahiretteki tek sermayemizi imanımız ve salih amellerimizin oluşturacağını unutmayalım.

Editör: Mehmet Çalışkan