Kök asıldır, membadır, hayattır... Sağlam bir kök, gür ve bereketli bir ağaç demektir. Ne kadar derinleşirse o kadar güçlendirir gövdeyi...Derinlerden gelen canlılık, en uçtaki tomurcuğa renk olur, koku olur... Köklere yüklenen vazife gibi, insanın özü de insana kök vasfını verir. İnsan kök vasfını, var oluş gayesi olan imanı ile alır. Nefes aldıran bütün cevaplar özü inşa eder. Samimiyetle güçlenen iman hayata yansır, tepki verir, şekil ve form kazandırır insana. Hayata tutunduğu kökleri olur adeta.

İbrahim Suresinde, “Görmedin mi Allah güzel sözü nasıl misal getirdi? Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaca benzer. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü söz de gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.” (İbrahim 14/24-26) şeklinde geçer. Güzel söz, güzel özden gelir. En güzel söz, Allah’ı tasdik eden, takdis eden sözdür. Müminin sözü özüne, özü de sözüne hayat verir. Özü sözü bir olan ise istikametten şaşmadan, iyi, doğru ve güzeli bulma gayretindedir. Tam tersi ise hayatın zıddıdır, kopuş her zaman hüsrandır...Kökten kopmak, nefessiz yaşayabileceğini iddia etmek kadar beyhude ve ziyan bir iştir.

            Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür. (Hûd 11/112) ayetinde geçtiği üzere iman edenin ödev ve sorumluluğu dosdoğru olmaktır. Şaşmadan, şaşırmadan ölçüyü kaçırmadan ince işçilikle yaşamaktır. Emin duruşun en güzel örneği olan Sevgili Peygamberimiz (as) dahi bu ayet nazil olduğunda yaşlandığını ifade ederek, dosdoğru olmak mesuliyetinin ehemmiyetine vurgu yapmıştır.

“Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 15) İman, aksiyon sağlar. Hayatı şuurlu bir şekilde yaşama sebebi verir. Pasif değildir, harekete geçirir. Samimi bir iman fıtratı ifsat edebilecek her eylemde vicdan mahkemesini kurdurur. “Mümin, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Fâcir (fütursuzca günah işleyen) kimse ise günahlarını burnu üzerine konan ve kovalayınca kaçacak bir sinek gibi görür.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 49) Hadiste belirtildiği gibi mümin bir kalp günaha mazeret bulmaya değil, ondan kurtulmaya çalışır. Koca bir dağın altında kalacak olmanın pişmanlık, korku, hüzün ve telaşına düşer. Kökler sağlam olmadığında ise günahların vicdana dokunması sineğin burna konmasıyla eş değerdedir. Bir vızıltıtan öteye geçmez günahın verdiği rahatsızlık. Gövdesi zarar görmüş bir ağaç ayaktadır lakin için için ölmektedir. İnsanın ahlakı, davranışları, sözü de özün besleyicisidir. Amel imanı, iman ameli güzelleştirir.

“Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah’tan (bağışlanma) umandır” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25) Hesap günü şuuru, akıl nimetinin hakkını teslim etmekle mümkündür. Mahcup ettirecek bir sona sürüklenmemek için ebedi hayat hazırlığını gayretle yapmak gerekir. Şair Necip Fazıl’ın da dediği gibi “Üç günlük dünya için gayret üstüne gayret, ebedi bir yaşam için gayret yok hayret”

Hayretle değil hasretle beklenen güzel bir akıbet için namazlarda günde kırk defa “Bizi dosdoğru yola ilet” (Fâtiha 1/6) ayetini okumamız istenir. Çünkü insan her an sınanandır. İstikamette kalmak için unutmamaya ve yardım istemeye muhtaç olandır.