Ahmed Yesevî, 11. asrın ikinci yarısında, Batı Türkistan’da Sayram kasabasında doğmuştur.

Yesevî, anne ve babasını küçük yaşta kaybedince Yesi’ye (Türkistan) yerleşir. “Arslan Baba” adlı Türk şeyhi tahsil ve terbiyesini üstlenir. Daha sonra önemli kültür ve ilim merkezi Buhara’ya gider ve dönemin önde gelen bilgini Şeyh Yusuf Hemedânî’den dersler alır.

Ahmed Yesevî, Cenab-ı Hakk’ın “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır...” (Nahl, 16/125) ilahi emrine uygun olarak İslam’ı anlatırken sevdirici, bütünleştirici, güler yüzlü bir metot kullanmıştır. Onun bu metodu, geniş halk kitlelerinin İslam’ı seçmesini kolaylaştırmıştır.

Ahmed Yesevî, döneminde Arapça ve Farsça’yı kullanmak gelenek olmasına rağmen Türkçe’yi tercih etmiştir. İslam’ın esaslarını anlatmak gayesiyle sade bir dille ve halk edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylemiştir. “Hikmet” adı verilen bu manzumeler “Dîvân-ı Hikmet” adıyla bir araya toplanmıştır. Şiirleri Türkler arasında düşünce birliğinin teşekkül etmesini sağlamıştır. Anadolu’daki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlere ilham kaynağı olmuştur.

SÖZÜN ÖZÜ

Yarın kıyamet günü,  Sorguya çekip beni,

Dense amelin hani?

Şu hâlim nice olur?

Tatlı canımı versem, Karanlık yere girsem, Münker, Nekir’i görsem, Şu hâlim nice olur?

Gidip kabre konunca, Hemen geri dönünce, Zor sual sorulunca, Şu hâlim nice olur?

Ahmed Yesevi

Editör: Mehmet Çalışkan