Hicretin üzerinden sekiz yıl geçmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) on bin kişilik bir kuvvetle Mekke’yi fethetmek üzere geliyordu. Tevhidin merkezi olan bu şehirden aslında hiç ayrılmak istememiş, “Ey Mekke! Vallahi sen Allah’ın en hayırlı ve en sevimli beldesisin. Senden zorla çıkarılmamış olsaydım seni asla terk etmezdim” (Tirmizî, Menâkıb, 68) buyurmuştu. O, zorla çıkarıldığı bu kutlu beldeye intikam almak için değil gönülleri fethetmek için geliyordu. Nitekim ordunun sancaktarlarından olan Sa‘d b. Ubâde (r.a.)’den, “Bugün büyük harp günüdür. Bugün Kâbe’de kan dökmek helâl kılınmıştır” sözünü işiten Hz. Peygamber (s.a.s.), “Hayır, bugün merhamet günüdür. Bugün Allah’ın Kâbe’yi yücelteceği bir gündür ve bugün Kâbe’nin tevhîd elbisesine bürüneceği bir gündür” diyerek elinden sancağı almıştı. (Vâkıdî, Megâzî, I, 821)

Mekke artık fetholmuştu. Allah Resulü Mekke’ye girerken başı önünde tevazuyla ve Allah’a şükrederek giriyordu. Hz Peygamber onu yurdundan kovanlara şöyle sesleniyordu: “Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok!’ (Yûsuf, 12/92) diyorum. Haydi, gidiniz! Hepiniz serbestsiniz.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 195)

Editör: Mehmet Çalışkan