Musiki, “düşünme” yanında insanı diğer varlıklardan ayıran “hissiyât- ı âliyye” olarak bilinir. Zira; “güzel olan ve güzeli seven” Allah, estetik bir duygu olan musikiyi de insanoğlunun fıtratına nakşetmiştir.

İslam’ın ilk dönemlerinde musiki, dinî kimlik altında Kur’an-ı Kerim tilaveti, ezan, bayram salatları, tekbir ve tehliller olarak tezahür ederken; din dışı musiki “nasb”, “hudâ” ve “inşâd” formları çerçevesinde “şa‘bî” (halk) musikisi olarak icra edilmiştir.

Hz. Peygamber zamanında musikinin düğün, bayram, karşılama, uğurlama, yolculuklar ile gaza ve cihatlarda icra edildiği tarih ve hadis kaynaklarında yer alır.

Hz. Mevlana, musikiyi “Allah âşıkları için ruhun gıdasıdır; onda sevgiliye/Allah’a kavuşma ümidi mevcuttur.” şeklinde tanımlarken; Beethoven, “İnsanı Allah’a en ziyade yaklaştıran şeydir. Bütün bilgi ve felsefelerin üstündedir.” demektedir. Türklerin İslamiyet’i kabulüyle dinî ritüellere olan hürmet ve sevgi, musikilerine yansımış ve Türk Din Musikisi adıyla asırlar sonra incelenmeye başlanacak olan büyük bir ilmi sahaya dönüşmüştür.

SÖZÜN ÖZÜ

Samimilik, hiçbir zaman dindarlıktan ayrılmaz. İnsan samimiliği kaybettiği anda Allah’tan uzaktadır… Samimiyetsizlik, kalbe karşı gelmektir.

Nurettin Topçu

Editör: Mehmet Çalışkan