İnsan yapmacık gülümsemeleri, abartılı tezahüratları ve günübirlik hesapları bir kenara bırakarak samimi olmayı hep başkalarından bekler.

Annesinin, babasının, eşinin, hocasının, komşusunun ya da arkadaşının, kendisine karşı, her zaman samimi olmalarını ve dürüst davranmalarını ister. Oysa Resul-i Ekrem (s.a.s.) “Kim cehennemden kurtulup cennete girmek isterse, Allah’a ve ahirete inanır bir halde ölüme kavuşsun! İnsanların kendisine nasıl davranmasını istiyorsa o da insanlara öyle davransın!” (Müslim, İmâre, 46) buyurarak toplumsal ilişkilerin temeline empati ve sağduyuyu yerleştiren açık bir ölçü belirlemiştir. Bu nebevî ölçüye göre, insan önce kendisi samimi olmalıdır. Aynaya bakma cesaretini gösterip kendisine sormalıdır “Ben başkalarına karşı ne kadar samimiyim?” Ördüğü bütün ağlarla bir samimiyet durağı olan dünyada, Efendimiz’in (s.a.s.) “Din samimiyettir” (Müslim, İman, 95) buyruğunu kendimize temel ilke olarak belirlemeli, dünya hayatında kazananlardan olmanın yolunun samimiyetten geçtiğini unutmamalı ve önce kendimiz samimi olmalıyız.

SÖZÜN ÖZÜ

Gönüllerden kibri çıkarmak yüce dağları iğne ile kazımaktan daha zordur. Şeyh Şamil

Bir dilek için padişahın huzuruna niçin gidiyorsun, tamahı bıraktın mı padişah sen olursun. Sa‘dî-i Şîrâzî

Editör: Mehmet Çalışkan