İslâm’da din, medine (şehir) ve medeniyet birbirinden ayrılmaz bir üçlüyü oluşturur. Din, şehrin kalbidir; din olmadan medine, medine olmadan da medeniyet olmaz. O sebeple tarih boyunca büyük şehirler “ilâhî din”in merkezi olmuştur. Peygamberler, seslerini yükseltmeye şehirlerden başlamışlardır.

Şehirler mabetlerin, ulu camilerin varlığıyla hayat bulurlar. Camileri yok saydığınızda şehir diye bir şeyden bahsetmeniz ve dolayısıyla medeniyet diye bir şeyden söz edebilmeniz mümkün görünmemektedir.

Çok kültürlülüğün bütün yansımalarının tecrübe edildiği Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Kahire, Bağdat, Semerkand, Isfahan, Kurtuba ve İstanbul gibi evrensel şehirler, Müslümanların dünyaya açılan pencereleri olmuştur. Oralarda farklı inanç, din ve hayat tarzları bir arada varlık bulmuştur.

konomik hayatıyla, eğitimiyle, siyasetiyle, tarihiyle, hukukuyla vs. hep “din”in, “medine”nin ve “medeniyet” in hâkim olduğu İslâm şehirleri, insanlar arası ilişkilerin ince, kibar, nazik, medenî, hoşgörülü, anlayışlı vb. olmasıyla temayüz eden kentler olmuşlardır.

SÖZÜN ÖZÜ

Aynı şey hakkında sonsuz sayıda yalan mümkündür. Fakat onunla ilgili hakikat sadece bir tanedir.

Aliya İzzetbegoviç

Editör: Mehmet Çalışkan