Ümmü Haram binti Milhan'ın hayatı

Ümmü Haram binti Milhan "Hala Sultan" künyesiyle anıldığı için adı bilinmemekte, İbn Abdülber onun isminin doğru bir tesbitinin yapılamadığını zikretmektedir. (el-İstîʿâb, IV, 443). Kız kardeşi Ümmü Süleym’e ait Rümeysâ ve Gumeysâ isimlerinin bazı kaynaklarda ona nisbet edildiği de görülmektedir.

Hala Sultan'ın nesebi, Hazrec kabilesinin kolu Neccâroğulları’na dayanır. Annesi de yine Benî Neccâr’dan Mâlik b. Adî’nin kızı Müleyke’dir. Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym onun kız kardeşi, her ikisi de Bi’rimaûne hadisesinde şehid düşen Harâm ve Süleym de erkek kardeşleridir.

Ümmü Haram binti Milhan’a neden "Hala Sultan" denilmiştir?

Ümmü Harâm’ın “Hala Hatun” veya “Hala Sultan” diye anılmasının sebebi teyze kelimesinin Arapça’sı olan “hâle” dolayısıyladır. Bugün de Anadolu’nun çeşitli yerlerinde teyzeye “hala” denilmektedir. Türkler tarafından Hz. Peygamber’le (s.a.s.) yakınlığı sebebiyle “hala” Arapça “teyze” anlamına gelen “hâle” kelimesi Türk telaffuzunda “hala”ya dönüşmüştür.

Kıbrıs’ın manevi sahibi olarak “Sultan” diye isimlendirilmiştir.

Resûlullah’ın (s.a.s.) dedesi Abdülmuttalib’in annesi Selmâ, Neccâroğulları’ndan olduğu için Ümmü Harâm ve Ümmü Süleym ile Resûl-i Ekrem arasında süt veya soy bakımından teyze-yeğen ilişkisi vardı. Bazı âlimlere göre Ümmü Harâm, Hz. Peygamber’in süt teyzelerinden biriydi, bazılarına göre ise aralarında babası veya dedesi yönünden süt teyzeliği bulunmaktaydı (Nevevî, XIII, 57; XVI, 10). Bu sebeple Resûlullah kendini onlara daha yakın hisseder, Kubâ Mescidi’ni ziyarete gittiğinde her iki kardeşin orada bulunan evlerine misafir olur, yemek yer, öğle uykusuna yatar, hazır bulunanlara nâfile namaz kıldırırdı.

Ümmü Harâm, Resûl-i Ekrem’den beş hadis rivayet etmiş olup bunlardan biri Buhârî ve Müslim’in el-Câmiʿu’s sahihlelerinde, diğerleri Tirmizî’nin el-Câmiʿu’s sahih dışında Kütüb-i Sitte’de bulunmaktadır.  Bunların en meşhuru Kıbrıs’ın ve İstanbul’un fethini müjdeleyen hadistir. (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 176; el-Azizî, II, 80.)

Ümmü Harâm’ın rivayet ettiğine göre bir defasında Resûl-i Ekrem onun evinde öğle uykusundan gülerek uyanmış, Ümmü Harâm niçin güldüğünü sorunca uykusunda kendisine ümmetinden fetih maksadıyla Akdeniz’e açılan bazı kimselerin gösterildiğini ve onların cennetlik olduğunu söylemiş, bunun üzerine Ümmü Harâm kendisinin de onların arasında bulunması için dua etmesini istemiş, o da dua etmiştir.  Ardından tekrar uykuya dalmış, yine gülerek uyanmış, Ümmü Harâm’ın bu defaki sorusu üzerine de ümmetinden bazılarının İstanbul’u fethetmek amacıyla sefere çıkacağını, onların da günahlarının bağışlanacağını haber vermiştir. Ümmü Harâm kendisinin de onların arasında bulunması için dua etmesini isteyince Resûl-i Ekrem ona birinci grupta olduğunu söylemiştir (Buhârî, “Cihâd”, 3, 8, 63, 75, 93, “İstiʾẕân”, 41, “Taʿbîr”, 12; Müslim, “İmâre”, 160).

Resûl-i Ekrem’e biat eden kadınlardan olan Ümmü Harâm, Ubâde b. Sâmit ile evlenmiş ve bu evlilikten Muhammed adında bir çocuğu doğmuştur.

Hz. Ömer döneminde Kudüs’te kadılık, Humus’ta valilik yapan büyük sahabi Ubade bin Sâmit, Akabe biatlerinde bulunmuş, Hz. Peygamber’in bütün gazvelerine katılmış, Mekke fethinde Ensar birliğinin kumandanlığını yapmıştır. Karısı Ümmü Haram ilerlemiş yaşına rağmen “Allah Resulü’nün tebşir ettiği vakit geldi.” diyerek Hz. Osman’ın halifeliği döneminde yapılan ve müslümanların ilk deniz seferi olarak geçen “Kıbrıs seferine” eşiyle birlikte iştirak etmiştir.

Uhud ve Huneyn gibi savaşlarda bulunup yaralı askerlere hizmet eden Ümmü Harâm kocasıyla birlikte Suriye savaşlarına katılmak için Dımaşk’a da gittiği bilinmektedir. (İbn Asâkir, s. 486)

Halife Osman döneminde Suriye Valisi Muâviye b. Ebû Süfyân, yıllardan beri Bizans’a karşı Anadolu’da karadan yürütülen savaşların yanı sıra denizden de hücuma geçmenin kaçınılmaz olduğunu görerek ,adını en önemli yer altı zenginliklerinden biri olan bakır madeninden (Latince .cyprum/cuprum) alan Kıbrıs’a bir donanma gönderilmesi hususunda halifeyi ikna etti. Halife, sahillerin askerle takviye edilmesi ve hiç kimsenin sefere zorlanmayıp yalnız gönüllülerin alınması şartıyla Kıbrıs’a hareket edilmesine izin verdi. Muâviye’nin 28 (648-49) yılında Kıbrıs üzerine düzenlediği sefere  Ebu Zer, Ebu’d-Derda, Şeddad bin Evs gibi bir çok gönüllü  sahabinin  yanında Ubâde b. Sâmit ile hanımı Ümmü Harâm da katıldı (Belâzürî, s. 245).

Muâviye, Mısır Valisi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i de sefere çağırdı. Müslüman filosu 649 ilkbaharında 1700 gemiyle (Ebü’l-Ferec, I, 180) Akkâ’dan denize açıldı. Muâviye filonun idaresini Abdullah b. Sa‘d Ebû Serh ile Abdullah b. Kays’a verdi. Müslümanlar Kıbrıs’ın merkezi Konstantia önünde karaya çıkarak şehri kuşattılar. Karaya çıkıldığı sırada Ümmü Harâm bindiği hayvandan düşüp şehit oldu ve burada defnedildi.

Osmanlılar Kıbrıs’ı fethedince (1571) kabri ihya edilmiş ve 1760’ta üzerine Şeyh Hasan Efendi tarafından türbe inşa edilmiştir. Türbenin çevresinde, 1795’te Kıbrıs muhassılı Silâhdar Kaptanbaşı Mustafa Ağa tarafından şadırvan, 1797’de tekke, 1816’da Kıbrıs muhassılı Seyyid Mehmed Emin Efendi tarafından cami yaptırılmak suretiyle küçük bir külliye teşekkül etmiştir.

Türbe, Kıbrıs’ın Rum kesiminde, Larnaka şehri dışında Tuz gölünün yakınında yer almaktadır.

Hala Sultan Türbesi, İstanbul’daki Eyüp Sultan Türbesi gibi Kıbrıs’taki İslâm varlığının en eski izini teşkil etmesi, ayrıca Hz. Muhammed’in bir yakınına ait olması sebebiyle Kıbrıs’ın fethinden itibaren adada yaşayan müslüman Türkler’in ve gayri Müslimlerin de en önemli ziyaretgâhı olmuştur.

I. Dünya Savaşı’na kadar buradan geçen Osmanlı gemilerince top atışı ile selâmlanan türbe padişahlar ve devlet ricâli tarafından sunulan kıymetli hediyelerle donatılmıştır. 1959’da onarım geçiren ve Kıbrıs Evkaf Dairesi’nce içinde bir kütüphane tesis edilen tekke 1963’te Rumlar tarafından tahrip edilmiş ve bir süre askerî karargâh olarak kullanılmıştır.

2005’te restore edilip 2008 yılında ibadete açılan tekke, kandil günleri, Cuma ve bayram günlerinde ibadet etmek isteyenlerin uğrak noktası olmaya devam ediyor.

Editör: Mehmet Çalışkan