Kur’an’da Firavun, kötü insan anlamında örnek gösterilir.

Bırakın beni de şu Mûsâ’yı öldüreyim! Tanrısına yalvarsın bakalım kurtulabilecek mi! (Mü’min, 26),

Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum. (Kasas,38), şeklinde hadsizce meydan okuyan, toplumu güçsüz düşürmek için erkek çocuklarını kıyımdan geçirip kızlarını sağ bırakan (Kasas, 4) ve saltanatını sürdürmek için her türlü vahşeti yapmaktan çekinmeyen bir kişiliktir Firavun.

Her şeyi ve gelecekte nelerin olacağını önceden bilen Allah, Firavun’un iman etmeyeceğini de biliyordu. Buna rağmen Hz. Musa ve Harun’u Firavun’a gönderiyor;

“İkiniz beraber Firavun’a gidin, çünkü o sınırı çok aştı.

Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslupla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.

“Ey rabbimiz!” dediler, “Doğrusu onun bize karşı ileri gitmesinden veya daha da azmasından endişe ediyoruz.”

Allah buyurdu: “Korkmayın, bilin ki ben sizinle beraberim; işitirim, görürüm.”

Ona gidip deyin ki: Biz senin rabbinin elçileriyiz, insanlara eziyet etme.

Firavun, “Sizin rabbiniz de kimmiş ey Musa?” dedi.

Musa, “Bizim rabbimiz her şeye özüyle ve biçimiyle varlık veren, sonra da işin yolunu yordamını gösterendir” diye cevap verdi.(Taha,43-49)

Yüce Allah bu hadiseyi Kur’an’da neden anlatıyor? Firavun’un yolundan dönmeyeceğini bildiği halde Hz. Musa ve Hz. Harun’u neden ona gönderdi?

Birincisi, rengi ve ırkı ne olursa olsun, yaşantısı ne şekilde olursa olsun, işlediği günahın boyutu ne kadar büyük olursa olsun, ruh bedenden çıkıncaya kadar bütün insanları Allah huzuruna bekliyor, din öğreticilerine de insanlara bu gözle bakmayı, ürkütmeden ve nefret ettirmeden, kalpleri okşayarak insanları Allah’a davet etmeyi öğütlüyor. Din karşıtı görünen kimselerden, Firavun gibi inatçıların çıkacağı gibi Hz. Muhammed’i öldürmeye gidip Müslüman olarak kapıdan çıkan Ömer gibi insanların da çıkabileceği hesap edilmelidir.

İkincisi, din Allah’ın dinidir. İnsanlar ihtiyaç duyduğu için göndermiş, Hz. Peygamber’e de öğretme görevi vermiştir. İnanmak ve inandığını gelişigüzel yaşamak Müslümanı kurtarmaz, hal ile güzel örnek olup diğer insanlara da sevdirmek vazifedir. Yeni doğan çocukları öldürmekten çekinmeyen ve ilahlık taslayacak kadar ileri giden Firavun’a gönderdiği Musa ve Harun’a, “Söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslupla söyleyin, belki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” diye Allah tembihde bulunurken, tek kusurları bilgisizlik olan insanlara Allah’ın dinini anlatan davetçinin sert, kaba, kırıcı, nefret ettirici ve aşağılayıcı bir üslup kullanması kabul edilir değildir. Bu kıssada Allah, imanın kalplere girebilmesinin yolunun, kalpleri incitmeyen bir üslup kullanarak davet etmekten geçtiğine dikkat çeker.

Hz. Muhammed (s.a.s.) de aynı metodu takip etmiştir. Nefret ettiren, hakaret ve aşağılayan bir üslubu olmamıştır.

“Sen Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını iste.” (Âl-imran, 159).

Allah (c.c.), sağlam delillerle ve güzel hitapla davet etmeyi, karşılıklı tartışma olması halinde rakibi rencide etmeden güzellikle tartışmayı sonlandırmayı Hz. Muhammed’e (s.a.s.) emreder;

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel yöntemle tartış.” (Nahl, 125). Ayette geçen “davet et” lafzını da iyi okumak gerekir. Davet etmek, buyur etmektir. İsteyen icabet eder, isteyen etmez. Davette emir olmaz, zorlama olmaz, kabalık olmaz. Böyle bir üslupla yapılan davete de kimse gelmez. Düğün davet kartında gösterilen nezaket, vaaz kürsüsünde de gösterilmelidir.

İslam’ı anlatan davetçi, Firavun üslubunu takınanlara karşı bile, onların üslubuyla cevap verip seviyelerine inmeyecek ve onların tuzaklarına düşmeyecektir. Musa’nın ve Hz. Muhammed’in (s.a.s) üslubuyla yumuşak ve tatlı dille kalpleri okşayarak asil bir duruş sergileyecektir. Amaç, insanları Allah ile buluşturmak ise bu metodu benimsemek zaruridir. Dinin emrettiği üslup benimsenmiyorsa, peygamberin vaaz ve tebliğ metoduna uyulmuyorsa din ve insanlık adına yararlı bir netice alınması beklenemez.

“Rabbiniz de kimmiş ey Musa?” şeklinde Allah’ı hafife alan ve hakaret eden Firavun’a, hiç sinirlenmeden Allah’ı tanıtarak cevap veren Musa gibi bir duruş sergilenirse, yolunu şaşırmış insanlara dokunulabilir.

Allah, Firavun gibi zalim birinin yanına gönderdiği Musa’nın endişesini görünce, korkmamasını, her şeyi görüp işittiğini, yanlarında olduğunu söylüyor ve denizi Musa’ya otoban, Firavun’a da mezar yaparak vaadini yerine getiriyor.

Musa, yumuşak ve tatlı üslubuyla insanlığından bir şey kaybetmezken, insanların şahsiyetini yok ederek kendisine kul köle yapan kibirli Firavun boğulacağını anladığında: “Şimdi inandım, Allah’tan başka tanrı yokmuş! Ben de artık O’na teslim oldum.” (Yunus, 90) diyerek gerçek ilahın Allah olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.

Allah ve Peygamberinin önüne geçilerek yapılan hiçbir şeyin kimseye yararı yoktur.