Toplumsal vasat çok önemlidir. Toplumsal vasatın iyiliği ve iyileştirilmesi salt devlet ricalinin işi değil. Yöneticiler bütün bireylerini dikkate almalı, dikkate alırken de toplumsal ahengi bozmamaya çalışmalıdır. Herkes için geçerli kuralları uygulamalı, kuralları bozmak isteyenlere de fırsat vermemelidir.

Din ve Ahlak: İlkel toplumdan, modern topluma varıncaya değin, hemen her toplumun olmazsa olmaz değerlerinden biri belki de birincisi Din ve Ahlaktır.

Din ve Ahlak sadece devlet tarafından verilmez. Devlet ricali prensip koyar. Öğretilecek kurumları açar. Orada talebelerin yetişmesi sağlanır.

Resmiyetin ötesinde gönüle hitap eden, toplumu ayakta tutan, yaygın eğitim kurumları da son derce önemlidir. Denetimden uzak olmamak koşuluyla bu kurumlar çok gereklidir.

Dengeyi kaçırmadan, ölçüye riayet ederek bu kurumlara sahip çıkılmalıdır. Maalesef yaygın eğitim kurumlarına gerekli önem verilmeyince merdiven altı eğitimler gündeme geldi. Oralarda nâ-ehil insanlar tarafından yanlış işler yapıldı. Eksik ve hurafeye dayalı din öğretildi. Onların yanlışlarından hareketle de ‘sahih din’ ve din adamı da payını aldı. İstenmeyen bir sürü sıkıntı yaşandı. Bu durumun tortuları hala da devam etmektedir.

Yakın tarihe kadar bu olumsuzluklar geride kaldı, uzlaşma, uyuşma oldu oluyor derken bu kez de ‘kökü dışarda, dalları içerde’ FETÖ denen musibet devreye girdi. Öyle bir devreye girdi ki -dile kolay- yaklaşık kırk yıldır şeytanı şaşırtacak şekilde Anadolu’nun genç ve zeki evlatlarını kendine bendederken, halkı da siyaset üstü anlayış safsatasıyla sömürdükçe sömürdü. Bu kirli ve pespaye iş ve ilişkileri yüzünden Türkiye’de faaliyette bulunan diğer gönüllü kuruluşlar da töhmet altında kaldı. Böyle giderse bu töhmetin yakın zamanda onarılması da pek mümkün gözükmüyor.

“Ben örselenmiş Osmanlıyım” diyor Sadettin Ökten. Örselenmiş bile olsa vakıf medeniyet anlayışından dolayı Osmanlıdaki sosyal hayat gayr-ı ahlakı giyim-kuşam ve davranıştan uzaktı. Eksik ve yanlışlıklarına rağmen dinî ve ahlakî vasat mevcuttu.

Ökten, ‘biz dini hayatın içinde öğrendik, hayırhah öğüt veren büyüklerimiz; gözünüzü kulağınızı kirletmeyin diye öğüt verirlerdi’ diyor. Maalesef bugün bu öğüdü veren ya yok, ya da var ama gereğini yeterli şekilde yerine getirmiyor/getiremiyor. Halk mektebi, halk okulu niteliğindeki gönüllü kuruluşlara insanlar gitmez/gidemez oldu. Çok sayıdaki bu kuruluşlar, çok az sayıda insanın gelip-gittiği veya boş duran mekânlar haline geldi.

Din hayattan öğrenilir. Büyüklerimiz, sevgisiyle, saygısıyla; giyim kuşamıyla, yeme-içmesiyle; gönül alıcı öğütleriyle küçüklere örnek olurdu. Küçükler de büyüklere saygı duyardı.

Dinin ve dindarların mıncıklandığı, itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bir ortamda genç yavrularımızın örnek aldığı insanlar da maalesef ölçüsüzce hareket edenler oluyor. Geçenlerde Tevrat okurken kayınpederin damadına verdiği bir öğüt dikkatimi çekti. Bu örnekten hareketle binlerin, yüzlerin, onların başına geçip eğitecek ve sorunlarını halledecek; dinine diyanetine bağlı, nitelikli, hak ve hukuka riayet eden insanlar yetiştirmeliyiz. *

Örnek olalım saygı bekleyelim. Eskilerin deyimiyle numune-i imtisal yenilerin söylemiyle rol modelleri çoğaltmalıyız. Kimin sesi fazla çıkıyorsa o haklı olmamalı. Haklı olan haklı olmalıdır. Yukarda da ifadeye çalıştığım gibi yaptırımı olanların normları, bunları uygulayacak imkânları olmalıdır. Toplumsal ahlak tesis edilmeden olmaz.

Eskiden değişimler şehirden şehre, ülkeden ülkeye daha geç gelirdi. Şimdi her şey her yerde ve anında. İletişim araçları değişti. Sosyal medya gerçeği malumdur. Aldı başını gidiyor. Nerede ve nasıl duracağı da belli değil.

Sosyal medya araçları, izlenir ve takip edilir olabilmek için insanın hoşuna gidecek meşru gayr-ı meşru hemen her şeyi yapıyor, gösteriyor. İmkânı olanlar bunların gereğini yaparken, imkânı olmayanlar da gördüğünü yapabilmek ve alabilmek için her yolu deniyor. Hırsızlık ve cinayetleri bu açıdan da değerlendirebiliriz!

Anlaşılan o ki, din ve ahlak okuldan alınan derslerle olmuyor. Gönüllü teşekküller ve vakıf insanların çalışmasıyla oluyor. Durmadan şikâyet edip mazeret üretmeden çok çalışmalıyız. Her yerde herkese söyleyebilecek doğrularımızı, doğru şekilde söylemek için; hâl ile gâli bir olan insanlar olmalıyız. 

  • YİTRO’NUN ÖĞÜDÜ

(Yas.1:9-18)

13-Ertesi gün Musa halkın davalarına bakmak için yargı kürsüsüne çıktı. Halk sabahtan akşama kadar çevresinde ayakta durdu.

14-Kayınbabası Musa’nın halk için yaptıklarını görünce “Nedir bu, halka yaptığın?” dedi, “Neden sen tek başına yargıç olarak oturuyorsun da herkes sabahtan akşama kadar çevrende bekliyor?”

15-Musa, “Çünkü halk Tanrı’nın ismini bilmek için bana geliyor” diye yanıtladı, 16-Ne zaman bir sorunları olsa, bana gelirler. Ben de tafralar arasında karar veririm; Tanrı’nın kurallarını yasalarını onlara bildiririm.”

17-Kayınbabsı, “Yaptığın iş iyi değil” dedi, 18 Hem sen, hem de yanındaki halk tükeneceksiniz. Bu işi tek başına kaldıramazsın. Sana ağır gelir. 19-Beni dinle, sana öğüt vereyim. Tanrı seninle olsun. Tanrı’nın önünde halkı sen temsil etmeli, sorunlarını Tanrıya sen iletmelisin. 20-Kuaralları, yasaları halka öğret, izlemeleri gerek yolu, yapacakları işi göster. 21-Bunun yanı sıra halkın arasından Tanrıdan korkan, yetenekli, haksız kazançtan nefret eden dürüst adamlar seç; onları biner, yüzer, ellişer, onar kişilik toplulukların başına önder ata. 22-Halka sürekli onlar yargıçlık etsin. Büyük davaları sana getirsinler, küçük davaları kendileri çözsünler. Böylece işini paylaşmış olurlar. Yükün hafifler. 23-Eğer böyle yaparsan, Tanrı da buyurursa, dayanabilirsin. Herkes esenlik içinde evine döner.”

24-Musa kayınbabasının sözünü dinledi. Söylediği her şeyi yerine getirdi. 25-İsrailliler arasından yetenekli adamlar seçti. Onları biner, yüzer, ellişer, onar kişilik toplulukların başına önder atadı. 26-Halka sürekli yargıçlık eden bu kişiler zor davaları Musa’ya getirdiler, küçük davaları ise kendileri çözdüler. 27-Sonra Musa kayınbabasını uğurladı. Yitro’da ülkesine döndü.

TEVRAT; Mısırdan Çıkış 18,19; 13-27