İbn-i Haldun, “Coğrafya Kaderdir” derken, coğrafyanın insan üzerindeki etkilerini siyasi ve fiziki açıdan derinlemesine incelediği çalışmaları sayesinde zaman ve mekân ötesi bir tespit gerçekleştirmiştir aynı zamanda. "Yaşadığı yerin havası, nemi insan sağlığına etki eder. Siyasi mekanizmanın düzgünlüğü ya da bozukluğu da yine insan hayatının her şeyini etkiler" dediğini biliyoruz.

Aynı coğrafya’da uzun yıllar birlikte yaşamış ve tek isimle anılmış, hepsine birden “Biladu’ş-Şam denilen toprakların çocukları olarak bir asırlık bir gurbetin ardından, yeniden birlikte ve elele sıkıntıları göğüslemeye gayret ediyoruz. Bir bölge ve iki taraf...

"İki taraf" dediğimize bakmayın, iki tarafı birbirinden ayıran sadece yeni inşa edilen uzun bir duvar, iki kapı ve dört kolon. Bugünkü modern şekliyle gümrük..

Ancak;

İki taraf arası İki farklı dünya, aralarında en az yüz yıl fark olduğunu düşündüğümüz iki bölge; bir taraf mamur, diğer taraf adeta harap...

Bir tarafta, içinde bulundukları güven ortamının kendilerine vermiş olduğu huzurun yansıması var insanların yüzlerinde; diğer tarafta ise endişeli ve ürkek bakışlar, güvensizliğin hakim olduğu, hüznün oluşturduğu derin çizgilere sahip, çökmüş ve yorgun yüzler...

Üç-beş kilometre arayla hissedilebilen bu derin fark, tarifi imkansız bir mahzunluğa sevk ediyor insanı.

Evet, sevgili dostlar!

Görev vesilesiyle bulunduğumuz Gaziantep üzerinden, il müftümüz ve bölge koordinatörümüzün rehberliğinde sınırın hemen yanı başında bulunan Cerablus'a, Karkamış sınır kapısından geçerek bir ziyaret gerçekleştirdik.

Sınırı geçtikten sonra, Cerablus müftülüğüne ulaşıncaya dek edindiğimiz izlenimleri, ardından Cerablus sokaklarındaki ufak gezintimiz esnasında karşılaştığımız ve hasbihal ettiğimiz Suriye'li kardeşlerimizin yüzlerinden, konuşmalarından, duruş ve tavırlarından edindiğimiz intibaları, size aktarmaya gayret etmeye çalışacağım.

Cerablus'ta, hayata tutunmaya çalışan her katmandaki bireylerin, son on bir yılda yaşanan acımasız iç savaşın izlerini, bir şekilde taşıdıkları çok net görülüyor: Kimisi; hayatın kendisine yüklediği sorumlulukları ifa ettikten sonra, biraz dinginlik, biraz huzur aradığı yaşlılık döneminde, kimisi; çocuğuna, eşine, ailesine gelecek hazırlamak amacıyla mücadele verdiği olgunluk çağında, kimisi ise; herşeyin en verimli olduğu gençlik çağında, bir kısmı da; çocukluktan gençliğe adım attığı ergenlik döneminde, yani hayatının baharında,

Bu şartlarda en çok etkilenenlerin başında çocuklar geliyor, günahsız, masumiyet dolu, henüz dünyanın dört bir yanındaki yaşıtları gibi mahalle aralarında oyun oynama çağında iken karşılaşmışlar savaşla. O zaman 4 yaşında olanlar, şimdi 15 yaşında… 

Bu hakikat; yakıyor yürekleri, kanatıyor vicdanları... Empati yapmaya bile cesaret edemiyor insan.

Ancak her şeye rağmen hayattalar. Hayatta kalmaya çalışıyorlar. Hayat mücadelesi veriyorlar derme çatma evlerinde, iş-güç denilemeyecek bir kaç meşguliyet ile.

Suriye’nin Halep vilayetine bağlı bir kent olan Cerablus, Fırat’ın batı yakasında, hemen karşısında da Aynel’-Arap var. Bugün birilerinin Kobani dediği yer. Türkiye-Suriye sınırında yer alan Cerablus'un köylerle beraber toplam nüfusu 170 bine ulaşıyor. Şehrin hemen karşısı, Gaziantep’e bağlı Karkamış ilçesi. Cerablus, içinde Türkmenlerin de yaşadığı bir arap şehridir. 24 Ağustos 2016 tarihinde Fırat Kalkanı Operasyonuyla kent DEAŞ’in elinden kurtarılmış. Bu operasyonda omuz omuza mücadele edildiğinden mütevellit, Cerablus’ta şimdilerde yaşı ileri olan araplar “100 yıl sonra (Çanakkale Zaferi kastediliyor) ilk defa Araplarla-Türklerin kanı birbirine karıştı” diyorlar.

Cerablus sokaklarında, tüm acımasızlığıyla yüzümüze çarpılan  "Devletsizlik", -dinlediğim, gördüğüm ve anladığım kadarıyla- sadece iç savaş sonrası ortaya çıkmış bir durum değil, savaş öncesinde de derinden hissedilebilen bir vakıa imiş. Bölgenin insanı, önceden de rejimin "devlet" özelliğiyle "şefkat" yönünü hiç görmemişler. Bu vakıa, iç savaş ile beraber daha da derinleşmiş. Rejim, kuzeyde yaşayan bu insanları ötekileştirmiş ve onları kendi kaderine terk etmiş.

Şehre girdiğimizde doğrudan müftülüğe gidiyoruz. Cerablus müftüsü Musa İBRAHİM karşılıyor bizi konteynerden inşa edilmiş müftülük binası kapısı önünde, tüm samimiyeti ve hasretiyle… Müftü Yrd. Şerif KUŞ, Kur’an Kursları Müdürü Muhammed SADIKA ve müftülük ekibi, onca yokluğa rağmen misafir ağırlama kültürü gereği bize yiyecek-içecek ikramında bulunuyor ve başlıyorlar anlatmaya…Yürütülen din hizmetlerini, alınan mesafeyi, çalışmaları, inşaatı devam eden müftülük binasını ve karşılaştıkları bazı zorlukları…

Sonrasında hep birlikte Gaziantep müftülüğümüz ve Türkiye Diyanet Vakfı himayelerinde inşa edilen yeni müftülük binasını geziyoruz. İki katlı, yüksek tavanlı, içinde kütüphane ve idari ofisler barındıran bina, birkaç ay sonra hizmete girecek bilgisini alıyoruz ve mutlu oluyoruz. Zira, bölgenin kendine has sıcaklığında konteynerde hizmet vermek oldukça sıkıntılı. Bu arada Gaziantep’te din hizmetine ciddi katkı sunacak dev yapıların temelini atıp, hızla onları inşa ettiren ve hayır sahiplerinin bu hizmetleri sahiplenmesine vesile olan kıymetli ve çalışkan İl Müftümüz Hüseyin HAZIRLAR beyin Gaziantep’i de aşan hizmetlerini burada da görmek, ehliyet ve liyakat temelli atamaların ne kadar isabetli olduğunu düşündürüyor bize.

Önünde birkaç motosikletin düzensiz park ettiği, giriş kapısı üstünde “Camii el Hasan” yazısı asılı, yan duvarındaki bir levhada “Bu Camii Türkiye Diyanet Vakfı tarafından onarılmıştır” ibaresi gözümüze çarpıyor ve gurur duyuyoruz. Ardından, Hasan Camiine giriyoruz. Aynı Türkiye’de olduğu gibi yaz Kur’an kursları başlamış ve cami tıklım tıklım çocuk dolu. Cami içinde çocuklar seviyelerine göre altı ders halkası oluşturmuşlar. Halkaların bazısında hafızlığını tamamlamış, henüz 10-12 yaş arası çocuklar da var. Bazı halkalara uğrayıp selam veriyoruz. Yıl içinde derslerini tamamlayanlar bir tarafında Başkanlığımız logosu, diğer tarafta Cerablus Müftülüğü amblemi bulunan “Şehadetu Hıfz” belgesini gururla bize gösteriyorlar. Teberrüken birkaç ayet dinliyoruz. Gözümüze zayıf, çelimsiz, ama çakmak çakmak bakan, hafif kıvırcık saçlı, güzel gözlü bir çocuk ilişiyor…

Adın ne?

Bilal.

Kaç yaşındasın,

Sekiz,

Hafız mısın,

İnş olacağım, şimdilik üç cüz ezberledim.

Niçin hafız olmak istiyorsun,

Şehid olan babama cennette kavuşabilmek için, onu çok özledim..

Gözlerimiz nemli, boğazımız düğüm düğüm, ağzımızda “ya rabbi sen bu güzel yavrulara hizmet eden aziz milletimizi muhafaza buyur” duası…

Bize Nebe’ suresinden okur musun Bilal,

Allahım, ne güzel tilavet, ne güzel ses ve sada….

Çocuklara soruyoruz. “Büyüyünce ne olacaksın” tabii değişik cevaplar. Ama en çok verilen cevap, bizi bir kere daha çarpıyor, “Ben büyüyünce Türk Askeri Olacağım”…Allahım, ordumuzu, yurdumuzu, her zaman ve her yerde mahfuz ve muzaffer eyle…

Üzerine zulmetin çöktüğü bu şehirde, böyle karmaşık duygularla dolaşırken, özellikle üç hususun/noktanın önemini bir kez daha ruhumun derinliklerine kadar hissediyorum.

1-Cerablus'ta gezerken, her türlü imkanından faydalandığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, ne denli büyük bir devlet, Türk Milletinin de; ne denli büyük bir millet olduğunu bir kere daha yadediyoruz, mazlumun yanında yer alan son derece yardımsever bir Millet olduğuna bir kez daha tanıklık ediyoruz.

2-Savaş bölgesi Cerablus'ta, devletimizin tüm imkanlarıyla Cerablus halkının yanında olduğunu görüyoruz. Yönetim, eğitim, din hizmeti, sağlık alanlarında ve güvenlik konusunda, hiçbir karşılık beklemeden bölge yerel yetkililerine danışmanlık desteği verdiğini; enerji, gıda, tekstil, insan kaynağı gibi ihtiyaçlarda da doğrudan vatandaşlara destek sağladığını görüyor ve öğreniyoruz. Özellikle "Diyanet" ve "Maarif" aracılığıyla yürütülen faaliyetler, karşılaştığınız her türlü olumsuzluğa rağmen yüzümüzü güldürüyor, içimizi ısıtıyor. Cereyan eden her faaliyette Türk Devletinin izlerini görmek, Devletimiz aracılığıyla insanların gönüllerine dokunulduğunu hissetmek büyük bir gurur veriyor.

3-Devletsizlik, ne büyük bir acı , o olmazsa birey ve toplum ne hale geliyor, devletsizliğin sebep olduğu telafisi imkansız sonuçlar…Devletin ne anlama geldiğini, birey ve toplum için ne kadar zaruri ve elzem olduğunu, bir kere daha hatırlatıyor bize, burada tüm gördüklerimiz.

Çatısı altında güven içerisinde yaşadığımız, gölgesinde huzur bulduğumuz, varlığı ile kendimizi güvende hissettiğimiz, şefkat ve kudret gölgesinin üzerimize yansıdığı Devletimizin kıymetini, suyun kıymetini sudan çıktıktan sonra anlayan balık misali bir kez daha anladık, Suriye'de.

Devletimiz tüm kurumlarıyla rehberlik ve danışmanlık hizmeti verirken, güvenlik koridoru içerisinde yer alan sekiz şehre birer danışman atayan ve tüm bu işleri koordine etmek üzere bir Diyanet İşleri Uzmanımıza sürekli olarak bölgede koordinatör vazifesi veren Başkanlığımızın hizmetlerini görünce, aidiyet duygusu ve gurur kaplıyor her yerimizi, tekrar tekrar şükrediyoruz, milletin gözbebeği böyle bir kurumda çalıştığımız için…

Türkiye Diyanet Vakfı'nın, Cerablus'ta da her alanda fiilen var olduğunu; yoksula, mağdura, öksüze, yetime, hastaya, yaşlıya, gençlere, çocuklara, kısacası hemen herkese dokunduğunu, en zor günlerinde onların yanında bulunduğunu görmek ayrıca mutlu ediyor bizi.

Aynı bölgenin kardeş insanları olarak, gücümüz yettiği ölçüde -hamdolsun- kardeşlerimizin yanında olabilmenin sağladığı mutluluk ile o bölgenin insanı olan kardeşlerimizin, geçmişte tabi oldukları yönetim tarafından bir asır boyunca ihmal edilmiş, hatta insan yerine bile konulmamış olmaları gerçeği arasında yaşadığımız karmaşık duygularla ayrılıyoruz Cerablus'tan...

Dönüş yolunda, sınır kapısında, sağında ve solunda Türk bayrağı bulunan  "Karkamış-Türkiye" yazısını görünce, mırıldanıyorum içimden: "Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü, Ya çobansız bırakma, Allah'ım! Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız Ve vatansız bırakma, Allah'ım! Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, Müslümansız bırakma, Allah'ım!” Aminn.

Bu gezi ve görev sırasında bana yol arkadaşlığı yapan ve bu okuduğunuz yazıya ciddi katkılar sunan değerli kardeşim Müfettiş Şükrü Şahin DÜGENCİLİ’ye hususi teşekkür ediyorum.

07/07/2021