Harbiye Nazırı Enver Paşa şair, yazar, ressam ve senaristten oluşan 30 kişilik bir ekibi Çanakkale’ye götürmek istedi. Listeyi Ziya Gökalp’in hazırlamasını istedi. Davet edilenlerden bir kısmı gelmezken bazısı listeyi hazırlayanın kafa yapısına uygun olmadığı için davet edilmedi. Gidenlerin ve gitmeyenlerin listesi aşağıdadır.

1. Mehmet Emin Yurdakul,
2. Ağaoğlu Ahmet,
3. Yusuf Razı Bel,
4. Nazmi Ziya Güran,
5. Çallı İbrahim,
6. Ömer Seyfettin,
7. Celal Sahir Erozan,
8. Hamdullah Suphi Tanrıöver,
9. Ahmet Yekta Madran,
10. Müfit Ratıp,
11. Ali Canip Yöntem,
12. İbrahim Alaettin Gövsa,
13. Orhan Seyfi Orhon,
14. Enis Behiç Koryürek,
15. Hıfzı Tevfik Gönensoy,
16. Hakkı Süha Gezgin,

Bu listeye Tanin Gazetesi yazarı Muhiddin, Darul Eytam Müdürü Selahaddin Bey’in de katılımıyla 11 Temmuz 1915 tarihinde Sirkeci Garından hareket ettiler.

Hamdullah Suphi Tanrıöver’in deyimiyle bu şahıslardan beklenen; “Çanakkale’yi müdafaa eden askerlere saygılarını, sevgilerini söyleyecek, Çanakkale sırtlarında kızıl bir şafak gibi parlayan o korkunç, eski Türk kılıcına minnet ve takdis” duygularını iletmekti.

Davet edildikleri halde gelmeyenler olduğu gibi mazereti olup gidemeyenler de olmuştur. Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai, Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif, Tevfik Fikret ve Halit Ziya gibi tanınmış yazarların çokta makul olmayan gerekçelerle gelmemeleri toplumda derin hayal kırıklığına sebep oldu.

MEHMET AKİF ÇAĞRILDI MI?

Safahat Şairine gelince; Tunuslu Şeyh Salih’le beraber Berlin’de esir kampında tutulan Müslüman esirlere yanlış cephede savaştıklarını anlatmak üzere Almanya’ya gitti.

Oradan geldikten sonra da Arabistan’daki Şerif Hüseyin ve oğullarının isyan hazırlığından dolayı Necid’e gönderildi. Yurt dışına giden heyetin içinde olduğu için mi çağrılmadı, bilmiyoruz.

Akif’in mazereti olmasaydı çağrılır mıydı? Doğrusu onu da bilmiyoruz.

Heyette Süleyman Nazif gibi İslamcı olarak bilinen aydınlardan hiçbirinin bulunmaması, fikir ayrılığındandır. Yukarda da ifade ettiğim gibi listeyi Ziya Gökalp hazırlamıştı. Bu yüzden daha çok Türkçü olanlar çağrılmıştır.

Maalesef oraya gidip on gün cephede kalmalarına rağmen bir iki cılız şiirden başka doğru dürüst bir eser çıkmamıştır. Cepheye gitmemesine rağmen Çanakkale’yle ilgili en güzel şiiri de Mehmet Akif yazmıştır.

ÇANAKKALE ŞİİRİ

Süleyman Nazif’in “mucize şiir” dediği Çanakkale şiiri, “Cihan’ın en büyük şairi” Mehmet Akif tarafından kaleme alınmıştır.

Bir kuşağın toprakla öpüştüğü mukaddes vatan parçası olan Çanakkale, Halide Edip’in deyimiyle; “Türkün ateşle imtihanıdır.” Çanakkale savaşı, hayatı destan olan bir milletin, en güzel destanlarından birisinin yazıldığı savaştır.

Mehmet Akif, bu şiirini “Teşkilat-ı Mahsusa” adına vazifeli olarak gittiği, Arabistan yolculuğu sırasında yazmıştır. Vazifesi devlete başkaldıran kabileleri ikna etmekti. Akif fiziken oradaydı fakat aklı, hayali hep Çanakkale’deydi.

İşte benzersiz şiirini önemli bir milli görevi ifa etmek için gittiği, Şam-Medine demiryolunun üzerinde bulunan “El-Muazzama” istasyonunda yazdı.

Akif aylardan beri endişeliydi. Bir defasında gene yol arkadaşı ve heyet başkanı Eşref Sencer Kuşcubaşı’na; “Eşref Beyefendi… İngilizler ve Fransızlar Çanakkale’yi geçebilecekler mi? Askerlik ilmine aklım ermiyor. Hissim ve imanım, bu muazzam Osmanlı kalesinin aşılmayacağını bana söylüyor. Ama karşımızdaki düşmanın kuvveti de müthiş. Siz ne dersiniz?”

Eşref Bey, tertemiz heyecanın akışına kendini kaptırarak benliğinin derinliklerinden fışkıran bir hasretle şöyle dedi; “Üzülmeyin üstat! Bu kadar samimiyet ihlâs ile bağlı olduğumuz milli kahramanlık, “Pay-i Tahtı” (İstanbul) düşmandan muhafaza edecektir. Bu milletin tarihinde mantığı durdurmuş olan az mı destan vardır?”

Aldığı bu cevaptan sonra Akif, söylenir gibi kısık bir sele fısıldayarak Eşref Bey’e;

“İstanbul’un fethi de bir ilahi müjdenin sonunda gerçekleşti. Bunun için İstanbul düşmanın eline düşmeyecektir” der.

Bir gün Eşref Bey;

“Üstat… Aziz üstat… Size hayatımın en büyük müjdesini vereceğim. Bana bu mutluluğu veren yüce Allah’a nasıl şükredeceğimi bilemiyorum: Çanakkale’de muhteşem bir zafer kazandık. Sizin duanız makbul oldu. Düşman o muazzam donanmasını da beraberinde alarak mağlup ve mahkûm, boğazı terk etti. İstanbul kurtuldu, vatan-ı şerif ve haysiyeti halas oldu.”

Eşref Bey konuştukça Mehmet Akif’ten ne bir ses ne bir nefes duyuluyordu, adeta donmuş kalmıştı. Bu gerçekleşmesine ömürler adanan, kanla beslenmiş ve kahramanlıkla inşa edilmiş rüyanın hakikat olduğunu teyit etme ihtiyacını duyan Eşref Bey; “Müjdeyi bizzat Enver Paşa’dan aldım” der.

Akif bunun üzerine; “Ey Yüce Allah’ım! Demek Allah’ın adını yüceltmek için asırlarca dünyanın dört bucağından cömertçe kan dökmüş olan bu mert, kahraman, büyük milletin haysiyetinin ezilmesine müsaade etmedin” dedi.

Eşref Bey’in söze başladığı zamandan beri heykelleşmiş duran Mehmet Akif, birden coşarak dostunun boynuna asıldı. Eşref Bey’in omzunda masum bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlıyordu. Bu gözyaşları Çanakkale’de Mehmetçiğin oluk gibi döktüğü kan gibi cömert ve temizdi. Mehmet Akif’in bu halinin ne kadar sürdüğünü Eşref Bey hatırlamıyor. Çünkü o da bu ilahi cezbenin tesiri ile kendinden geçmiş ve gözyaşlarını tutamaz olmuştur.

Daha sonra, o sakin insan büyük bir duygu coşkunluğu ile Çanakkale Şehitleri adlı ölümsüz şiirini edebiyatımıza hediye edecektir. Akif o gün sabaha kadar uyumaz ve şöyle dua eder; “Ya Rabbi! Bana bu destanı yazma şerefini ver sonra emanetini al. Bana bu lütfü çok görme. İhsan ve ikramının sonsuz hazinesinden bu aciz kulunun duasını kabul eyle…” Allah Akif’in duasını kabul etti ve bu ölümsüz eseri orada kaleme aldı.

ŞİİRLE İLGİLİ H. CAHİT YALÇIN ŞÖYLE DER

Hüseyin Cahit Yalçın’ın deyimiyle, onun hayatı şiirinden daha büyüktür; çünkü o Çanakkale’ye giden edebiyatçılar arasında bulunmamasına rağmen böyle bir şiiri kaleme almıştır. Yani orayı görmeden yazmıştır. Hem de Ceziret’ül-Arap’ta… Bu şiir, herhangi bir şiirin sıradan duygularını dile getiren herhangi bir şiir değil, milli bir destan olarak kabul edilir. Bilindiği gibi destanlar, Milletlerin hayatında olağanüstü olayların yaşandığı dönemlerin ürünüdür. Destanlar, milletlerin ruhu, hayatı ve ideallerinin ifadesidir. Çanakkale destanı da bu türden bir destan olup Türk milletinin vatan, hürriyet ve bayrak aşkıyla neler yapabileceğinin bir haykırışıdır. Ümidini hiç kaybetmeyen Akif;

Korkma!

Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz;

Bu yol Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!