Beğenilme, takdir edilme, tebrik edilme arzusu fıtridir. Belki belli bir ölçüde iyidir de. Güzel bir söz vardır. “Tenkit tüketir, takdir üretir”. Öğrenciyi takdir etmek başarısını artırabilir. Çalışanı, memuru takdir etmek verimliliği yükseltebilir. Müspet yaklaşım genellikle güzel netice verir.

Ancak benim vurgulamak istediğim; iş yaparken söz söylerken bizi kimin beğenmesini beklediğimiz husustur. “Amirim, müdürüm, patronum, başkanım beğensin…” niyetiyle yapılan işleri, söylenen sözleri acaba Rabbim beğenir mi?

Şöhretim artsın, servetim çoğalsın, takipçilerim takdir etsin diye yaptıklarımı acaba Rabbim takdir eder mi?

Kıyamet günü huzura getirilecek üç kişinin halini hepimiz biliriz. Hayırsever, alim ve şehit. Üçü de cehenneme atılır. Sebebi de yine hepimizin malumudur. Niyetleri bozuktur. Rablerinin değil insanların beğenisini hedeflemişlerdir.

Bu satırları içim ürpererek, neredeyse ellerim titreyerek yazıyorum. Çünkü “yazığım ve söylediğimi kime beğendirmek istiyorum” endişesi kaplıyor yüreğimi.

İhlas, işlerimizi yaratılmışların mülahazasından tasfiye etmektir. Yani, yalnız Rabbimizin rızasını hedeflemektir. O’nun vereceği ecir ve mükâfatı O’nun dışında alabileceğimiz bütün mükâfatlara tercih etmektir; O’nun zikretmesini, dünyanın övüp alkışlamasına tercih etmektir; görsünler, bilsinler diye yapmanın O’nun görmezden gelmesine sebep olabileceğini bilmektir.

Niyazımız, Rabbimizin yüreklerimizde kendisinden başkasına beğendirme arzusu bırakmamasıdır.