Bilgi ile ahlak kavramları birbiriyle “uyuşma ilişkisi” içinde olan ve mutlak olarak kullanıldıklarında toplumda pozitif olarak algılanan ve değer atfedilen kavramlardır. İki kavram arasında bulunması gereken bu ilişki, hem bilginin ahlaka dayanması hem de güzel ahlakı doğurması aşamalarında kendini göstermelidir. Fakat bu iki kavram, arasında varlığı elzem olan “uyuşma ilişkisi” göz ardı edilip birbirinden bağımsız olarak algılandıkları ve değerlendirildikleri taktirde “bilginin ahlakiliği” sorunu gündeme gelecektir. Dolayısıyla bu kavramlar arasına “uyuşma ilişkisi” yerine “ayrışma ilişkisi”nin monte edilmesiyle, ahlaktan yoksun bilgi ve bilgiye dayanmayan ahlak ortaya çıkacaktır. Ahlaka dayanmayan bilgi başka bir ifade ile “ahlak’sız bilgi”, şahsi çıkarlara ve menfaatlere hizmet edecek konuma gelerek başkalarına zarar verir mahiyette olacaktır. Doğruluk, tutarlılık, ahlakilik ve insanlık gibi değerlerin gölgesinden mahrum bırakılan ve sadece menfaate aracı edinilen bilgi anlayışı neticesinde ise “bilgi” denildiğinde akla ilk önce menfaat, çıkar ve sömürü gelecektir. Dolayısıyla bu bilgi, dünyanın bir kısmına para, petrol, refah ve huzur getirirken dünyanın öbür kısmına gözyaşı, acı ve sefalet getirmektedir.

Ahlaki ilkeler ve değerlerden bağımsız olarak ilerleyen bilgi ve onun ürünü olan teknoloji, dünyaya fayda yerine onulmaz zarar veren bir silaha dönüşebilir. Dolayısıyla dünyanın bir yerinde bilgi, düşünce ve çalışmaya dayalı olarak üretilmiş olan birçok bomba ve silah, ahlaki hassasiyetten mahrum sadece bilgi bombardımanı altında yetişmiş olan nice eller vasıtasıyla dünyanın başka bir yerinde masum çocukların üstüne yakıcı yağmur damlaları gibi yağmaktadır. Realiteye yansıyan bu fotoğraf, son asırda bilginin artmış olması ve bilgiye ulaşım yollarının kolaylaşması ve çoğalmasına rağmen etik değerlere dayanmayan bilginin, dünyaya beklenen huzur ve saadeti getiremediğini göstermektedir. Bunun da en büyük sebebi; bilginin ahlaki ilke ve hassasiyetlerle bağlantılı olarak değil de onlardan bağımsız bir gelişim süreci geçirmesidir. İşte bu durum, beraberinde bilginin etikliği problemini gündeme getirmektedir.

Bilgi esasen yitik mal kabul edilip aranılması gereken bir değer iken ahlaki değerlerden yoksun olması ve ahlak-ı hamîdeye dönüşememesi durumunda sakınılması gereken bir pozisyona alçalır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9) diyerek ilme teşvik eden Kur’an ayeti ile faydasız ilimden Allah’a sığınan Hz. Peygamberin sözü (Tirmizî, Daavât, 68) birlikte düşünüldüğünde, hayra faydası olmayan ilmin muteber olmadığı anlaşılmaktadır. Fakat günümüz modern dünyasında ilmin faydasının şerre veya hayra olması fark etmeksizin salt bilginin baş tacı yapıldığı görülmektedir. Semeresine bakılmaksızın bilgiye bu şekilde atfedilen güç ve değer ise aslında insanlık için bir yük ve problem oluşturmaktadır.

Bilgi ile ahlak arasındaki irtibatsızlığın diğer bir yönü de sahih ve faydalı bilginin güzel ahlaka dönüştürülememesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bilginin ahlaka dönüşümü yani doğru bilginin uygulama sürecine geçişini engelleyen en önemli faktörler ise bilginin içselleştirilememiş olması, küçümsenmesi ya da tembellik gösterilmesidir. Bu durumda da bilginin salt doğruluğu, faydalı bir anlam ifade edemez hale getirilmektedir. Bütün bunlar muvacehesinde diyebiliriz ki bilgi, hayra faydalı olmalı ve sadece bilgi olarak kalmamalıdır. Zira uygulanmayan bilgi ve onun sahibi, Kur’an’da üzerinde ciltlerle kitap taşıyan merkep temsili (Cum’a, 62/5) ile anlatılarak bu bilgi ile sahibi arasındaki ilişkinin vahameti gözler önüne serilmektedir. Halbuki ilim, alçalmanın değil yükselmenin sembolüdür. Bu yükselme de bilgi merkezi olan beynin, nefsani duygulara hâkim olarak barındırdığı bilgiyi organlara ulaştırması ile mümkün olur. Bu bağlamda sahip olunan bilgi “Allah’a karşı derinden saygı duyan kul olan âlimi” (Fâtır, 35/28) meydana getirmelidir. Sahabenin de ayetleri sadece ilim hazinesi olarak telakki etmeyip öğrendikleri ayetleri hayatlarına aktarmadan başka ayetlere geçmemeleri (Ahmed b. Hanbel, XXXVIII, 466), ilim-amel bütünlüğüne verdikleri önemi net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Unutulmamalıdır ki ahlakın bilgisine sahip olmak, ahlakın kendisine sahip olmayı sağlamadığı sürece bu bilgi, boşa taşınılan bir yük olarak kalacaktır. Heybesinde azığı olmasına rağmen ondan gıdalanmayan bir yolcunun helak ile karşı karşıya kalması kuvvetle muhtemel olduğu gibi, ahlakın bilgisine sahip olduğu halde ondan gıdalanmayan kişi de aynı sonuca duçar olacaktır. Mesela namaz emrini bilmesine rağmen kalbinin temizliği ile yetinerek namazı yaşamayan kişinin bu bilgisi, kendisine fayda sağlamayacaktır.

Hayra faydası olmayan bilginin olduğu yerde ya da ahlaka dönüşmeyen salt bilgi yüklemesi ile toplum ve bireylerde kaos meydana gelir. Bunun neticesinde, kendisiyle çelişen bireyler ve menfaat uğruna her şeyi yapabilecek toplumlar meydana gelecektir. Bilginin ahlaka dönüşümü problemini çözebilmek için bilginin, her zaman ahlaki değerleri dikkate alarak ilerlemesi ve gelişmesi; ahlakın da bilgi temeline dayalı olarak kurulması ve korunması gerekmektedir. Bu birliktelik, bireyin kendi iç bütünlüğünü ve toplumlar arası birlikteliği sağlayacaktır. O halde erdemli birey ve toplumların teşekkülünün, etik değerlere bağlı bilgi ve bu bilginin ahlak-ı hamîdeye ve salih amele dönüşümü ile mümkün olacağı anlaşılmaktadır.