Hurafelerin kaynakları nelerdir?

Hiçbir fikir, geçmişi olmaksızın birden ortaya çıkmaz. Bu nedenle her fikir akımının ve düşünce biçiminin geçmişten gelen köklü bir kalıntısı veya geleneği bulunmaktadır. Bu, hurafeler için de böyledir. Hurafelerin birden fazla kaynakları bulunmaktadır.

Aklı Kullanmamak ve Öncekileri Bilgisizce Sorgulamadan Taklit Etmek

Hurafelerin temel kaynağı, aklı kullanmamak ve bunun sonucu olarak da taklit yoluyla kolayı seçmek ve nefsî arzularının baskınlığı altında iradesini kullanmaktır. Zira insan çoğu zaman nefsanî arzularına aykırı olanların, akla aykırı olduğunu zanneder. Ona göre akıl rağbet gösterdiği ve meylettiği şeylerin nefsani boyutuna engel olur. Zira insan doğal olarak lezzetli, arzulanan ve kolay gelen şeylere rağbet eder; zarar ve elem veren şeylerden de uzak durur. Ancak akıl, gerçekte çirkin olan şeylerden nefret eder ve yalnızca gerçekte güzel olan şeyleri güzel olarak kabul eder. (Matürîdî, 2011, 2:255)

Kur’an-ı Kerim’de beş yüzden fazla ayette aklı kullanmaya yönelik buyruk bulunmaktadır. Akıl, doğuştan herkeste bulunmakla birlikte asıl olan onu işlevsel kılmaktır. Bu doğrultuda hurafelerin temel nedeninin, aklı kullanmamak olduğu anlaşılmaktadır.

Aklı kullanmamak, cehaleti doğurur. Zira bilgi ancak aklı kullanma ile mümkündür. Hurafeler ise bilgisizliğin yoğun olduğu ortamlarda yeşerir. Bu nedenle hurafelerden korunmak için ilim ve bilime sarılmak ve cehaletten kurtulmak gerekir. Nitekim Allah Tealâ;

“Cahillere aldırma!” (A’râf, 7/199) şeklinde buyurmuştur.

Cehaletten yüz çevirmek ise ancak bilgi ile olur. Bilgi ise okumak ve öğrenmekle gerçekleşir. Nitekim Allah, Hz. Peygambere ilk buyruk olarak “Oku!” (Alak, 96/1) demiştir. Kur’an-ı Kerim’deki 

“De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!’ Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 39/9) ayeti de her üç hususa dikkat çekerek, bilgisizlikten kaynaklanan cehaletin yerilmesi, bilginin de övülen bir olgu olduğu, bilginin ise ancak aklı kullanmanın bir ürünü olduğu bilgisini vermektedir.

Öte yandan Allah Tealâ; 

“Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar.” (Fatır, 35/28) ayetiyle, Allah hakkında doğru bilgi edinmenin ve O’nun yasaklarından gereğince sakınmanın ancak bilgi sahibi kimseler için söz konusu olduğunu buyurmaktadır. Bu düzeye ulaşabilen bir kimse, hak ile batılı, doğru ile yanlışı, sahih ile bid’atı birbirinden ayırabilir. Böylece hurafelerden de uzak durur. Burada temel vurgu, hurafelerden uzaklaşabilmenin ancak bilgi ile gerçekleşeceğidir. Bunun zorunlu olduğu, o nedenle de bilinen bir konuda kanaat sahibi olunması gerektiği, kulaktan duyma veya gelenekten gelme bilgi ve kabullerin her zaman gerçek ve doğruları yansıtmadığı, bunu gerçekleştirmek için de alanında uzman kişilere danışılması ve sorulması, “Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Enbiyâ, 21/7) şeklinde buyurulmak suretiyle özenle vurgulanmıştır.

Bu doğrultuda bilinçsiz bir şekilde taklit etmenin sağlıklı ve sağlam bir inanış olmadığı, Kur’an’da birden fazla ayette vurgulanmıştır. Nitekim, “Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiğinde, ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!’ derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” Allah’ın daveti karşısındaki tavırları itibariyle kâfirlerin hâli, tıpkı çobanın çağrısını duyduğu halde, bu sözleri manasız bir ses ve gürültü olarak algılayan sürünün durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Çünkü akıllarını kullanmazlar.” (Bakara, 2/170-171) ayetinde bu husus belirgin bir şekilde vurgulanmıştır.

Bu doğrultuda Yahudiler arasında kutsal kitap Tevrat’ın yere düşmesi, bir felaket geleceğine işarettir. Yine onlara göre köpeğin ulumasının anlamı, bir ölüm vuku bulacak demektir. Aynı şekilde ay tutulması büyük bir felaketin habercisi olmasına yönelik bir veridir. Yahudilikteki bu ve benzer anlayış ve kabuller, benzer şekilde Müslümanlar arasında da görülmektedir. Öte yandan Hristiyanlar arasında yer alan ve göz değmemesi için yapılan evlerin kapılarına at nalı asılmasının benzer uygulaması Müslümanlarda da mevcuttur. Yine aynanın kırılmasının uğursuzluk getireceğine inanılması, baykuş ötmesinin ölümü haber verdiğine delalet etmesi, kara kedi görenin belâya uğrayacağına dair anlayışların oluşması bu yönlü inançlara birer örnektir. (Ateş, Süleyman. Görünmez Âlemin İzleri. İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, t.y.)

Hz. Peygamber, Câhiliye döneminde uygulanan birçok anlayışı, inanç ve geleneği karşı çıkarak değiştirmiştir. Söz gelimi Câhiliye dönemi Arapları, Şevval ayında evlenmezlerdi. Hz. Peygamber günümüzde bile “iki bayram arasında nikah kıyılmaz” şeklinde sürdürülen bu geleneği kaldırarak, Hz. Âişe ve Ümmü Seleme ile bu ayda nikâhlanıp evlenmişti. (Müslim, “Nikâh”, 73; İbn Mâce, “Nikâh”, 53) Yine Câhiliye döneminde Safer ayı da uğursuz görülür, Safer ayı çıkmadan umre yapmak yeryüzünde işlenen günahların en büyüklerinden sayılırdı. (Buhârî, “Hac”, 34; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 24) Hz. Peygamber (s.a.s.), “Safer (ayının) uğursuzluğu diye bir şey yoktur.” buyurarak Câhiliye dönemi halkının bu bâtıl
inancına tavrını koymuştur (Buhârî, “Tıb”, 19).

Tabiat Olayları

Hurafelerin ortaya çıkmasına bir başka etken de mahiyeti bilinmeyen tabiat olaylarına yorumlanmasındaki yaklaşımlardır. Gerçek nedeni bilinemeyen tabiat olaylarının sebepsonuç ilişkisi açısından sıradışı anlamlar yüklenilmiş ve dinî içerik taşımayan yaklaşımlar sergilenmiştir. Deprem, sel, çığ düşmesi gibi tabiat olaylarına, farklı anlamlar yüklenebilmektedir. Hayvanların çıkardığı seslerin olumsuzluklara işaret etmesi, ay ve güneş tutulmasının kötülüklere ve gazaba yorumlanması ve bir an önce bu durumun değişmesi için silahla atış yapılması, tenekelere vurularak gürültü çıkarılması, bu yaklaşıma örnek olarak gösterilebilir. Bu şekildeki kabul ve inanışlar, hurafelere önemli derecede kaynaklık etmektedir. (Karadaş, Cağfer. Dine Yabancılaşma Aracı Olarak Bid’at ve Hurafe. İlahiyat Akademi Dergisi, 2/3 (2016), 23-43)

İnsanlar beşerî yapısı gereği çevresindeki gelişmelerden etkilenmektedir. Söz konusu çevresel doğa gelişme ve olayları karşısında özellikle kendisine zarar veren tabii olaylara karşı çözüm aramaya ve çare bulmaya yönelmiştir. Bu doğrultuda kendi kültürü ve anlayışı doğrultusunda bazı nesnelerden yardım beklentisi içerisine girmektedir.

Geçmiş Din ve Kültürlerin Kalıntıları

Geçmişten gelen birikimlerin bazılarının hurafe olduğu görülmektedir. Bunlar dinî veya sosyo-kültürel oluşumlar olarak değerlendirilmektedir.

Geçmiş kültürlerin etkisi konusunda tüm dünya insanlarında bir benzerlik söz konusudur. Batılı, iktisat, teknik ve ilim sahasında ilerlemiş muhtelif ihtiyaçları karşılayan müesseseleri bulunan memleketlerde (katolik, ortodoks, protestan vb.) Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın, Asya’nın (Japonya) ileri seviyedeki memleketlerinde sayılar, uğurlu, uğursuz günler, fallar, adak adama gibi birçok inançların bulunduğu görülmektedir. (Tanyu, Hikmet. Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri. Ankara: AÜİF Yayınları, 1967)

Eski din ve kültürlerden gelen hurafelerin bir kısmına şöyle değinilmiştir:

- Keldanîler zamanında çok etkili olan yıldızların vaziyet ve hareketlerinden hükümler çıkarma anlayışı.

- Eski Araplarda kahinler ve arrâflar (falcılar) vardı.

- Fenikelilerin türbelerde kandil yakmak âdetleri vardı. Çünkü Fenikeliler Sur şehrinin hamisi ve ilâhı kabul ettikleri Melkâres’in heykeli önünde sürekli kandil yakarlardı.

- Mısır, Bâbil ve Asurlularda, sihir ve reml, bakla dökmek ve fala bakmak geleneği vardı.

- Süryaniler, güvercinlere kutsal hayvan nazarıyla bakarlardı.

- İran efsanelerinde Mahud “Kaf Dağı” efsanesi bulunmaktaydı. Eski İranlılar “Kaf” isminde kutsal bir dağ ile onun üzerinde “Anka” adında bir kuşun varlığına inanırlardı.

- Öteden beriden mana çıkarmak, bazı nesnelerde uğur ve uğursuzluk olduğuna inanma âdeti de Romalılarda ve Araplarda bulunmaktaydı. Romalılar kuşların uçuşundan, ötüşünden birtakım hükümler çıkarırlardı. Baykuş, Romalılar tarafından uğursuz kabul olunurdu.  Bir Romalı, baykuşun ötmesini bir felâket başlangıcı olarak kabul ederdi.

- Câhiliye devri Arapları, uğur, uğursuzluğa ve cinlerle ilgili çeşitli inançlara inanıyorlardı. Cinlerin insan ve çeşitli hayvanların şekillerine girdiklerini kabul ederlerdi.

- Hristiyanlıktan kalan türbeleri kutsallaştırma, Şamanizm’den kalan su kültü, Yahudilikten kalan tılsım, günümüze kadar ulaşan birkaç hurafeden bir kısmıdır. (Günaltay, Mehmet Şemseddin. Hurâfattan Hakîkate, Sd., Ahmet Gökbel Hurafeler ve İslâm Gerçeği. İstanbul: Marifet Yayınları, 1997).

Yine uğursuzluk bağlamında güvercin, karga, baykuş ve hüdhüd gibi kuşların uçuşundan anlam çıkarma anlayışı çok eski bir geçmişe sahip olup Bâbil ve Mısırlılar gibi Yahudi ve Hristiyanlarda da var olduğu bilinmektedir.

Buna göre burada belirtilen anlayış ve kabullerin, farklı şekil ve biçimlerle hemen hemen her toplumda var olduğu söylenebilir.

Hurafelerin beynelmilel ortaklığı söz konusudur. Söz gelimi ülkemizde uygulanan bazı hurafelerin hemen hemen aynısının, farklı ülkelerde de gerçekleştiği görülmektedir. (Özdeniz, Gökhan. Başkurtça Hurafeler ve Eski İnanışlar. Y. L. Tezi. İstanbul: M.Ü. Eğitim Bilimleri Enstitüsü 2019)

Geçmiş dönemlerden kalan ve günümüze kadar ulaşan hurafelerin bir kısmının, yerel ve belirli zaman ve mekân için söylendiği ancak zamanla her tarafa yayıldığı anlaşılmaktadır. Söz gelimi Salı gününün uğursuzluğu ile ilgili kabul ve uygulamaların aslının yerel bir anlam içermesine rağmen yaygınlık kazandığı da görülmektedir. Nitekim “Salı gününün uğursuzluk addedilmesinin arka planında İstanbul’un fethi” bulunmaktadır. İstanbul, 29 Mayıs 1453 tarihinde Salı günü fethedilmiştir. Buna çok üzülen Hristiyanlar, bu günü uğursuz olarak değerlendirmişlerdir. (Çakan, İsmail Lütfü. Hurâfeler ve Bâtıl İnanışlar. İstanbul: İFAV Yayınları, 2016)

Editör: Mehmet Çalışkan