Hurafe, kelime anlamı olarak sözlükte “bunamak” anlamına gelen haref kökünden türemiş bir isim olup, “akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı söz” demektir.

Masal, efsane ve genel olarak gerçek dışı olduğu kabul edildiği halde hoşa giden nakil ve rivayetlere de hurafe denilmiştir.

Hurafe mantıkî tabanı olmayan, gerçek hayatla ilişkisi bulunmayan inanç ve uygulamalar, iyilik veya kötülük getirebileceğine inanılan kuvvetler için kullanılır.

Genellikle sihir, büyü ve bunların ürünü olan objelerle alâkalı inançlar da hurafe terimiyle ifade edilir. (Yel, Ali Murat, Hurafe. TDV İslam Ansiklopedisi 18 (1998), 382)

Kavram olarak hurafe, bilim ve mantık açısından temeli olmayan bazı telâkki, düşünce ve uygulamaların din adına ileri sürülmesi veya benimsenmesidir.

Diğer bir ifade ile geçmiş toplumlara ait batıl inançların dinin hükümleri arasına taşınması veya akl-ı selim, çağdaş bilimin verileri ve sahih dinî anlayışa aykırı inanç, düşünce, kanaat ve davranışların toplumda kabul edilmesine çalışılmasıdır (Hançerlioğlu, Orhan. İnanç Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1975).

Bir başka tanıma göre hurafe, korku, çaresizlik ve çağrışım gibi psikolojik nedenlerle beliren, geleceği bilmek isteğiyle bazı rastlantı ve benzerlikleri, iyilik ya da kötülüğün ön belirtileri olarak değerlendiren; bilimin ve geçerli bir dinin reddettiği, birtakım doğaüstü kuvvetlerin varlığını kabul eden, kuşaktan kuşağa geçen yanlış ve boş inanmalardır.” (Örnek, Sedat Veysi. Etnoloji Sözlüğü. Ankara: Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1971)

Hurafe kelimesi, hakikatin zıttı olup, dinin özüyle bağdaşmayan inançlar ve anlayışlar demektir.

Mantıkî temeli olmayan telakki ve uygulamaları, din adına ileri sürülüp benimsenen bâtıl inanç ve davranışları ifade eden bir terimdir.

Hakikatin kabulü, hurafelere karşı çıkmayı ve onları reddetmeyi gerekli kılar. Burada en önemli faktör, bilgisizliktir.

Batıl inanışlar ve dinin özüyle bağdaşmayan çarpık anlayışlar, inanç açısından sağlıklı bir dindarlığın oluşması na engel olmaktadır. Buna karşı en önemli güç sağlam ve sahih dini bilgidir.

Sahih dini bilgi, her alanda gerçeğe ulaştıran, duygu ve davranışları olumluya yönlendiren, toplumda istikrarı koruyan, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde dine iliştirilen yanlış telâkkilere karşı, koruyucu bir kalkan konumundadır.

Hurafeler dinin inanç ve amel boyutunda hemen hemen her alanda bulunabilmektedir.

Kur’an-ı Kerim, batıl inançları yok etmek ve hakikatleri ortaya koymak amacıyla insanlara Allah’ın buyruklarına, Kur’an’ın emirlerine ve Hz. Peygamberin yaşam ve inanç ilkelerine uymayı emretmiştir.

Kur’an batıl inanç ve hurafelerin kaynağının önceki inançlar olduğunu, başta müşrikler olmak üzere önceki inanç ve uygulamaları devam ettirenlerin yanlış yolda olduklarını özenle vurgular. Bu konuda da atalarının geleneklerine bağlılıkları ve bunun bir taassup ve taklit olduğu Kur’an-ı Kerim’de aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi belirtilir.

Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Allah kötülüğü emretmez. Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (A’râf, 7/28)

O, babasına ve kavmine, “Şu kendilerine tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?” diye sormuştu. Onlar da, “Atalarımızı bunlara tapar bulduk” diye cevap vermişlerdi. (Enbiyâ, 21/52-53)

Müşriklerin atalarına bağlılıklarını belirtmek suretiyle ortaya koydukları durumu Matüridi aklı kullanmamak olarak değerlendirmiş ve bunu şeytanın bir telkini olarak kabul etmiştir. Mâtürîdî’ye göre akıl yürütmek, insanın fıtrî bir eylemidir. Ondan akletmemesini istemek, insanın tabiatından vazgeçmesini yani varlığını inkâr etmesini talep etmek anlamına gelmektedir.

Aklını kullanmamayı telkin eden hissin, şeytanî bir vesveseden başka bir şey olmadığını belirten Mâtürîdî’ye göre ancak şeytandan beklenebilecek böyle bir davranışın nedeni ise kişiyi aklın semeresini toplamaktan alıkoymak ve kendisine verilen aklı kullanma konusunda onu ürkütmektir. (Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd. nşr. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi. Ankara: İsam Yayınları, 2005)

Yine Mâtürîdî, Allah tarafından akletmeyen, kör, sağır ve dilsiz kimseler olarak nitelenen kâfirlerin bu gerekçelerle tanımlanmalarının nedeninin, aklı kullanmamaları olduğunu belirtir. Bunlar akılları olduğu halde kullanmamaktadırlar. Doğuştan gelen bu aklı (garîzî) işler hale getirmeyip işlevsel hale (müktesep) getirmedikleri için akılsız olarak tanımlandıklarını vurgular. Hurafelerin ana kaynağı olan şeylerin öncül nedeni ise aklı kullanmamaktır.

Editör: Mehmet Çalışkan